25 Mart 2010 Perşembe

YENİDEN DOĞUŞ / Furuğ Ferruhzad

Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
seni, kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek.



Ben bu ayette seni ah çektim, ah
ben bu ayette seni
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım!



Yaşam belki
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği,
yaşam belki
bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı,
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur,
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır,
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi,
şapkasını kaldırarak,
başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle “günaydın” diyen.



Yaşam belki de o tıkalı andır,
benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı
ve bir duyumsama var bunda
benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.



Yalnızlık boyutlarındaki bir odada,
aşk boyutlarındaki yüreğim,
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder,
saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu
ve senin bahçemize diktiğin fidanı
ve bir pencere boyutlarında öten
kanarya ötüşlerini.



Ah..
Budur benim payıma düşen,
budur benim payıma düşen,
benim payıma düşen,
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür,
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette,
benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir.



Ve "ellerini
seviyorum" diyen
sesin hüznünde ölmektir.



Ellerimi bahçeye dikiyorum,
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklar.



Küpeler takacağım kulaklarıma
ikiz iki kirazdan
ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim.
Bir sokak var orada,
aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla
küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar
bir gece rüzgarın bizi alıp götürdüğü.



Bir sokak var benim yüreğimin
çocukluk mahallesinden çaldığı,
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve bir oylumla gebe bırakmak bir zamanın kuru çizgisini
bilinçli bir simgenin oylumu
aynanın konukluğundan dönen.



Ve böylecedir,
birisi ölür
ve birisi yaşar.
Hiçbir avcı,
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır.



Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan...

Furuğ Ferruhzad( 1935 - 1968 )
Çeviri : Haşim Hüsrevşahi

22 Mart 2010 Pazartesi

21 MART DÜNYA ŞİİR GÜNÜ BİLDİRİSİ / Özdemir İnce

New York’un Brooklyn Köprüsü’nde dilenen bir kör dilenci varmış.Köprüden gelip geçenlerden biri adamcağıza günlük gelirinin ne kadar olduğunu sormuş.Dilenci iki dolara zar zor ulaştığını söylemiş.Yabancı bunun üzerine kör dilencinin önünde duran ,sakatlığını belirten tabelayı almış,tersini çevirip üzerine bir şeyler yazdıktan sonra dilencinin boynuna asmış ve şöyle demiş:

“Tabelaya gelirinizi arttıracak bir şeyler yazdım.Bir hafta sonra uğradığımda sonucu söylersiniz bana.”

Dediği gibi bir hafta sonra gelmiş.Kör dilenci:”Bayım size ne kadar teşekkür etsem azdır.Eskiden en fazla beş dolar veriyorlardı.Şimdi günde on-on beş dolar kadar topluyorum.Olağanüstü bir şey.Tabelaya ne yazdınız da bu kadar sadaka vermelerini sağladınız ?” demiş.

“Çok basit” diye yanıtlamış adam,tabelanızda ‘Doğuştan Kör’ yazıyordu,onun yerine ‘Bahar geliyor ama ben göremeyeceğim’ diye yazdım.”

Şiirin,söz sanatının gücünü anlatmak için,öylesine çok kullandım ki bu sözleri,sonunda sanki benim oldu.Okurlar artık Roger Caillois’nın adını unutup buluşun bana ait olduğunu sanmaya başladı-
lar.

Ancak,ben,şiirin söz gücüne ağırlık verirken,olgunun bir başka yönünü unutmuşum: “Bahar geliyor ama ben göremeyeceğim” cümlesi tersine bir etki yapıp dilenciyi beş dolardan da edebilirdi.Demek ki şiirin şiir olması için algılanması,alımlanması da gerekir.Bu da mümkün.Ama bu ilişki de tehlikeli.Ya alılmayıcı,şiiri algılayacak düzeyde değilse.Bu da çok olası.Özellikle yeni ve yol açıcı şiir için.

Uzun süredir,yazdıklarımın alımlanması artık hemen hemen ilgilendirmiyor beni.Bu nedenle şiir sanatının övgüsünü yapmayacağım;şairin ve şiirin varsayımsal gücünü öne çıkartmayacağım.Şiirlerimi soyut ve yaşsız bir okur (sadece ‘bir’ okur) için yazdığımı anlamış bulunuyorum.Şairi Tekel emekçilerinin eylemi için şiir yazmaya teşvik eden benim gibi birinin onu sorumluluklarından soyundurduğum ve çelişkiye düştüğüm sanılmasın sakın.Ben şairlerin şiirlerini o biricik ve anonim okur için yazmalarını istedim.Tekel işçilerinin eylemi sadece yaralayıcı,acıtıcı bir izlek!

Bugünlerde yayımlanması gereken Toplu Şiirler’imin birinci cildinin önsözü şöyle bitiyor:”Size içtenlikle bir şey söyleyeceğim:Şiirlerimin,kuramsal yazılarımın,denemelerimin,çevirilerimin ve gazete yazılarımın ölümümden sonra başlarına gelecekler hiç ilgilendirmiyor beni.Unutulurlar mı,unutulmazlar mı,yaşarlar mı,yaşamazlar mı ? Bunlar hiç ilgilendirmiyor beni.Ben onları yazarak kendime bir hayat kurdum ve hayatta mutlu oldum.Belki başkalarını da biraz mutlu etmişimdir.Olabilir!”

Şairin şiiri hiçbir zaman ısmarlanmamıştır:Ne zamanı vardır ne de mekanı.Ama bu nedenle hem zamanı vardır,hem de mekanı.

Birgün tekeresi açılır,borcu ve alacağı ölçülür.Ama şairin ne borcu vardır ne de alacağı.Habersiz gelir,habersiz gider.

KAYNAK:21 Mart 2010,Cumhuriyet