26 Mart 2014 Çarşamba

Daktilonun İç Cebi / Sunay Akın

Temuco’da okuma yazma bilen insan sayısı çok azdır.Bu yüzden,her dükkanın tabelasında satılan malla ilgili bir resim vardır.Düğme resmi o mağazanın bir manifaturacı olduğunu,ayakkabı resmi de içeride ayakkabı satıldığını anlatır.Ne gariptir ki yazının yerini resimlerin aldığı bu kent dünya edebiyatının en büyük isimlerinden birinin çocukluğuna tanıklık etmiştir!...

Ricardo Neftali Reyes Basoalto’dur çocuğun adı.Babası,tren yollarına çakıl taşıyan yük treninde şeflik yapmaktadır.
Annesi..12 Temmuz 1904’te dünyaya geldikten kısa bir süre sonra ölür annesi.Ondan geriye yalnız si-
yah elbise giymiş bir kadın resmi kalır;bir de annesini anlatmasını istediği yakınlarından duymaya alıştığı şu söz:
“Annen şiiri çok severdi.”

Neruda’nın sakallı heykeli…

                Evlerinin arkasındaki arsayı çevreleyen tahta perdedeki deliği keşfeder bir gün.Delikten baktığında,yabani otların boy verdiği başka bir arsa görür…Ama delikte beliren bir çoçuk eliyle birden geri çekilir.Tahta perdenin dibinde oyuncak bir
koyun durmaktadır!Solmuş yünden yapılan bu koyun,altında tekerlekleri olan bir oyuncaktı.Tekerlekleri yoktu ama takıldıkları yerlerin izleri kalmıştı.Tahta perdenin arkasındaki gizemli arkadaşının armağanı karşılıksız kalamazdı elbette;o da eve koşa-
rak kendisine ayırdığı yeni açmış,çok güzel kokan bir çam kozalağını delikten tahta perdenin öbür tarafına atar.
               
Bu güzel günü şöyle anımsayacaktır yıllar sonra:”Küçük çıcuğun elini bir daha hiç görmedim.Böylesine güzel bir oyuncak koyuna da hiç rastlamadım.Bana verilen bu armağanı bir yangında kaybettim.Bu gün bile ne zaman bir oyuncakçı dükkanının önünden geçsem,gözüm vitrinde böyle bir oyuncağı arar boşuna.Böylesine güzel bir koyunu bir daha yapmamışlardı.”

Şilili bu çocuğun adına,Prag’ın Mala Straga semtine dikilen bir heykelde rastlarız.Bunun nedeni,Çeklerin onun yazdığı ilk şiirlerden haberdar olmaları ve sevmeleri değildir.On dört yaşına geldiğinde,edebiyatla ilgilenmesini istemeyen babasından dergilerde yayımlanan ilk şiirlerini gizlemek için kendine bir takma ad aramaya koyulur.Bulur da!Bir dergide Çek edebiyatının ünlü ismi ‘Neruda’nın adına rastlar.Aradan yıllar geçer ve yolu nir gün Prag’a düşen Şilili şair Pablo Neruda bir demet çiçek bırakır,Çek yazar Neruda’nın sakallı heykelinin ayakları dibine!...

Oyuncaklarla oynamayan,onların büyülü dünyasından uzaklaşan bir insan asla şair olamaz;’Şiir’ adını verdiği dizeleri alt alta kurabilir ama onların arasından bir şair asla göz kırpmaz okura.Şair yüreği ancak oyuncakların koruduğu bir ortamda büyüyebilir.Oyuncaklar,muhafızlarıdır şairin.Bana inanmayanlar,Pablo Neruda’ya kulak versinler:Evimde irili ufaklı bir sürü oyuncak bulundururum,oyuncaksız yaşayamadım.Oyuncakla oynamayan bir çocuk ,çocuk sayılmaz.Fakat oynamayan bir insan çocuk yanını ömrü boyunca yitirmiş olur ve bunun yoksulluğunu çeker.Ben evimi bir oyuncak gibi yaptım ve bu evle sabahtan gece yarılarına kadar oynadım.”

İlk kitabını on dokuz yaşında,babasının armağan ettiği saati satarak çıkaran Pablo Neruda’nın şiirleri de payına düşeni alır bu oyuncaklı dünyadan.İşte Neruda’nın ’20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı’ adlı kitabından birkaç dize:   

Oyuncaklardır günler dünya aydınlığında.
İnce konuğum benim çiçeklerle,sularla gelen
Sen daha beyazsın bu sıktığım küçük yüzden
Ellerimin arasında her gün bir salkım gibi.

Sayısız dostlarından biri,Pablo Neruda’yı ziyaret etmeye karar verir.Ne de olsa Neruda onun evine gelmiş,yanında da armağan olarak kırmızı renkte bir kadeh getirmiştir…

Avrupa’daki bir arkadaşına telefon açar ve ondan Neruda’nın adresini ister.Bu istek,bir gün bile yaşamaz yorgun yüreğinde;çok değil,ertesi gün sırtı duvara dayalı bir şekilde yere oturur ve kalakalır öylece!...

Silahlarla korunan Barış Ödülü

                Son nefesinde,yıllardır uzak kaldığı memleketini görme arzusuyla,Neruda’ya gitme isteği el ele tutuşur böylelikle.
                Daktilosunun iç cebindeki küçük bir kağıt parçasında,el yazısıyla yazdığı Neruda’nın adresi durmaktadır hala…
                O daktilonun tuşlarına dokunan parmaklar,Nazım Hikmet’in parmaklarıdır !...
                Pablo Neruda1971 yılında Nobel Edebiyat ödülünü almış…
                Kimin umurunda !?.

                Nazım Hikmet’in daktilosunun iç cebinde adresinin çıkmasından daha büyük bir ödül olabilir mi?...

                Bir de öldürülen bir devrimcinin sırt çantasında şiir kitaplarından birinin bulunmasından.

                Hele o devrimci ‘Ernesto Che Guevera’ adını taşıyorsa!...

                Nazım Hikmet ve Pablo Neruda’nın dostlukları İstanbul’a taşınır yıllar sonra.Nasıl mı?...Dünya Barış Kongresinin 22 Kasım 1950’de Varşova’da yapılan ikinci toplantısına Nazım Hikmet de davet edilir.Şaire Pablo Neruda,Pablo Picasso,
Paul Robeson ve Wanda Jekuboswkaile birlikte Barış Ödülü verilecektir.Nazım,cezaevinde olduğu için törene katılamaz ve ödülü ona iletmek üzere Neruda alır.İki şair 1951’de Moskova’da bir araya gelirler ve Neruda bir yıl sakladığı ödülü Nazım Hikmet’e verir.

                O Barış Ödülü,İstanbul’da,2004 yılının yaz aylarında yapılacak zirveden dolayı ‘Nato Vadisi’ ilan edilen,girişin,çıkı-
şın yasaklandığı,eli silahlı binlerce insanın Irak halkına ölüm yağdıranları koruduğu bölgenin hemen yanındaki Sıraselviler Caddesi’nde bulunan Nazım Hikmet Vakfı’nda sergilenmektedir !

 KAYNAK:24 Temmuz 2005,Cumhuriyet


26 Ocak 2014 Pazar

Charlie Chaplin

İngiliz sinema yönetmeni, oyuncusu ve yazar
Doğum 16 Nisan 1889
Londra, İngiltere
Ölüm 25 Aralık 1977 (88 yaşında)

Vevey, İsviçre
Meslek Yönetmen, oyuncu ve yazar

Charlie Chaplin, (d. 16 Nisan 1889 - 25 Aralık 1977), İngiliz sinema yönetmeni, oyuncu ve yazar. Asıl adı Charles Spencer Chaplin olmakla beraber, yarattığı "Şarlo" (Charlot) karakteri ile özdeşleşti ve öyle anıldı.

Londra'nın fakir bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913' te gittiği ABD'de sinemaya başlamıştı. 1914'teki ilk filmi Making A Living 'in ardından çekilen Kid Auto Races in Venice filminde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan "Şarlo" tiplemesini yarattı. Takip eden yıllar içinde aralarında The Immigrant (1917), The Adventurer (1917) gibi ünlü filmlerinin de bulunduğu altmıştan fazla kısa filmde oynayarak yeni gelişmekte olan sinemanın da etkisiyle dünya çapında görülmemiş bir üne kavuştu. 1918 yılında çektiği A Dog's Life filmi ile uzun metrajlı filmlere de başlayan Chaplin, Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve D. W. Griffith ile birlikte kurdukları United Artists film şirketinin ortağı olduktan sonra Altına Hücum, Şehir Işıkları, Büyük Diktatör, Asri Zamanlar, Sirk ve Sahne Işıkları gibi başyapıtlara imza attı.

Filmlerinde dönem koşulları için imkânsız görülebilen mizansenlere, koreografilere ve akrobatik hareketlere yer veren Chaplin, komedi sinemasının bütün örneklerini sonuna kadar korumakla birlikte, heyecanın ve hareketin asgari düzeye çekildiği sahnelerinde ise dramatik yapısını sergileyebilmiştir. Popülist yaklaşımlara, hiçbir zaman benimsemediği bazı yönetim biçimlerine ve teknolojiye yönelik ağır eleştirilerini ise yine bu komedi tarzının içinde eritmiş ve sessizce seyirciye ulaştırmayı bilmiştir.

Yarattığı 'modern palyaço' Şarlo ile dünya üzerinde filmlerinin gösterildiği her ülkede insanların hayranlığını toplamasına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası; kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik, bir dönem kendisine açılan babalık davası, The Immigrant filminde bir ABD memurunu tekmelediği sahne ve son olarak Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle Chaplin'in ABD'ye girmesi yasaklandı. Bunun üzerine karısı ve çocuklarıyla birlikte hayatının sonuna kadar yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen Chaplin, ancak 1972 yılında Oskar Özel Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye geri döndü. Takip eden yılda City Lights adlı filme bir kez daha Oscar ödülünü kazanmıştır. 1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.

Charles Chaplin (Şarlo), 16 Nisan 1889' da Londra'nın fakir semtlerinden biri olan East Lane, Walworth' ta doğdu.[1] Charlie'nin henüz o üç yaşına bile gelmeden ayrılan annesi ve babası müzikhollerde ve çeşitli tiyatrolarda çalışan profesyonel sanatçılardı.[2] Sahne adı Lily Harley olan annesi Hannah Harriet Pedlingham Hill (1865-1928) profesyonel olarak sahneye ilk kez 19 yaşında çıkmıştı. Annesi ve -başka babadan doğma- kardeşi Sydney Chaplin ile birlikte Londra'nın fakir semtlerinde çeşitli evlerde büyüyen Chaplin' in yaşamı ruhsal dengesizlikler yaşayan annesinin durumunun kötüye gitmesi ile zorlaştı. Anne Hannah, 1894'teki bir sahne performansı sırasında sesini kaybetmiş ve hemen ardından yaşadığı ekonomik zorlukların da etkisiyle psikolojik sorunları artmıştı. Onun bir rehabilitasyon merkezine yatırılmasının ardından çocukları Charlie ve Sydney, metresiyle birlikte yaşayan babaları Charles Chaplin Sr. 'nin yanına yollandı. Charlie ve Sydney bu dönemde Kennington Road School' a gönderildiler. Charles Chaplin Sr, henüz 37 yaşındayken üstesinden gelemediği alkolizm nedeniyle, oğlu Charlie henüz on iki yaşındayken, hayatını kaybedecekti.[2]

Rehabilitasyon merkezinden çıktıktan kısa bir süre sonra Hannah' nın hastalığı yeniden nüksedince çocuklar bu sefer genel olarak workhouse olarak adlandırılan ve oldukça kötü koşulları ile bilinen bakımevlerinden birine yollandılar. Londra'nın doğusundaki Lambert adlı bölgede bulunan bu bakımevindeki günler annesi ve kardeşinden ayrı kalan ve yaşı bir hayli küçük olan Charlie için hayli güç geçmişti. Chaplin' in Walworth ve Lambert'te geçirdiği bu yoksulluk günleri onda derin izler bırakacak ve ileriki yıllarda filmlerinde seçtiği mekân ve konularda sık sık kendini gösterecekti.

Sydney ve Charlie daha sonra aileden gelme yetenek ve alışkanlığın da etkisiyle tiyatrolarda ve müzikhollerde çalışmaya başladılar. Chaplin ciddi anlamdaki ilk sahne tecrübesini The Eight Lancashire Lads adlı grupta çalışırken yaşadı.[3]

Hannah çocukları tarafından ABD'ye getirildikten yedi yıl sonra 1928'de Hollywood'da yaşamını yitirdi. Babaları farklı olan Charlie ve Sydney'in, anneleri Hannah üzerinden 1901 doğumlu Wheeler Dryden adlı bir kardeşleri daha vardı. Dryden, annesinin ruhsal rahatsızlıkları nedeniyle babası tarafından Hannah' dan uzak tutulmuş ve Kanada'da yetiştirilmişti.[4] 1920 ortalarında annesini görmek için ABD'ye giden Dryden, daha sonraları kardeşleri ile film projelerinde çalışmış ve Chaplin'in asistanlığını yapmıştır.[2]

Sydney Chaplin'in 1906'da dönemin ünlü Fred Karno kumpanyasına katılmasının ardından Chaplin de, 1908'de onu izleyerek bu topluluğa katılmayı başardı.[5] Chaplin gezici Karno kumpanyası ile 1910 - 1912 arasında ABD'ye turneye çıktı. İngiltere'ye dönüşünden sadece beş ay sonra yine Karno ile birlikte 2 Ekim 1912'de yeniden ABD'ye gitti. Bu seferki turda, daha sonra Laurel ve Hardy ikilisinden Stan Laurel'i canlandıracak olan Arthur Stanley Jefferson ile birlikte çalıştı ve aynı odayı paylaştı. Bir süre sonra Stan Laurel İngiltere'ye dönerken, Chaplin ABD'de kaldı ve Karno ile turneye devam etti. 1913'teki bir gösteri sırasında Mack Sennett' ın dikkatini çekince onun sahibi olduğu Keystone Stüdyoları ile bir anlaşma yaparak onun ekibine katıldı. Böylece 2 Şubat 1914' te Henry Lehrman yönetmenliğinde sessiz bir film olan Making a Living adlı tek makaralık filmde rol alarak yeteneğini tam anlamıyla gösterebileceği sinemaya adım atmış oluyordu. Chaplin; iddialı tavırları ve bir İngiliz olmasından kaynaklanan yabancılığı ve bağımsız karakteri nedeniyle başta Mack Sennett tarafından şüpheyle karşılansa da [6] kısa süre içinde yeteneğini kanıtlayıp yerini sağlamlaştırdı. Keystone ile birlikte çalıştığı bir yıl boyunca 35 filmde rol alan Chaplin hızla ünlü oldu.[7]

ÖncülüğüDüzenle
Chaplin 1916'da Mutual film şirketiyle (Mutual Film Corporation) bir seri komedi yapımı için anlaştı. On sekiz aylık süreçte on iki film ürettiği bu dönemde yaptığı filmler, sinemanın en etkili komedi filmleri arasında yerini almıştır. Chaplin daha sonra Mutual ile geçirdiği dönemin kariyerindeki en mutlu dönem olduğunu söylemiştir.

1918'de Mutual ile anlaşmalarının sona ermesi üzerine Chaplin kendi film şirketini kurdu. Kendi şirketiyle çektiği filmlerden bazıları şunlardır: A Dog's Life (1918), Pay Day (1922), Shoulder Arms (1918), The Pilgrim (1923), The Kid (1921), A Woman of Paris (1923), The Gold Rush (1925), ve The Circus (1928). Sesli film döneminden sonra kendisinin en büyük filmi kabul edilen City Lights (Şehir Işıkları) (1931) filmini yaptı.

Politik Düşüncesi

Chaplin, filmlerinde her zaman sol görüşe sempati duyduğunu hissettirmiştir. Sessiz filmlerinde Büyük Depresyon yer vererek yoksuluğa karşılık Tramp'ın kötü yönetim politikasına gönderme yapmıştır. Modern Times filminde işçilerin ve fakir halkın kötü durumlarına dikkat çekmiştir. Büyük Diktatör filmiyle Nazi Almanyasını çok sert biçimde eleştirmiştir ve o dönem ABD resmi olarak Almanya ile hala barış içinde olması filmin ABD'de Chaplin'e karşı karalama kampanyası başlatılmasına neden olmuştur.

Filmlerinde Kullandığı Teknikler

Chaplin, hayallerinin ve yaratıcılığının sezgisel boyutta düşünüp de oluşturduğu tüm filmlerin sinema dünyasına yeni heyecanlar katmıştır. Hiçbir zaman ekranın tamamen kapanmasına biranda izin vermemeyi geliştirdi. Filmlerinde diyalogları yazılı olarak farklı bir ekrana geçiş yaparak gösteriyordu ancak teknolojik gelişmelerden yararlanıp bu işin de üstesinden gelmeyi başardı.

Ölüm

Chaplin'in sağlam duruşu 1960'lardan sonra yavaş yavaş bozulmaya başlamıştı, onunla iletişim kurmak güçleşmeye başlamıştı. 1977'de tekerlekli sandalye ile hayatını devam ettiriyordu. Chaplin 1977'in Noel'inde İsviçre'de uykusunda hayata veda etti. 1 Mart 1978'de naaşı küçük bir isviçreli grup tarafından fidye istenmek üzere kaçırılmaya kalkışıldıysa da hırsızlar amaçlarına ulaşamadan yakalandı. Chaplin'in naaşı 11 hafta sonra Cenevre Gölü'ünde 1,8 metre suyun altından çıkartılıp tekrar mezarına defnedildi.