Eskiden sinemadan çıktıktan
sonra sıkça kullandığım bir ağız vardı.Sözüm ona seyrettiğim filmi ne kadar be-ğendiğimi
anlatan,keyfimi zenginleştirici bir cümle,”Enfes
bir roman okumuşum gibi..”Zamanla ikisinin yeri netçe ay-rıldı.Edebiyat ile
sinema tamamlayıcı oldular,dersem yanlış.”Dengeli
beslenmem için elzem temel kaynaklardan ikisi”,ifadesi sanırım duygu ve
düşüncelerime daha uygun düşer.Ancak edebiyat gibi tarihi derin bir sanat
türünün,sine-ma gibi çiçeği burnunda bireysel ya da kitlesel bir sanat türünü
nasıl beslediği,güçlendirdiği de tartışılmaz bir gerçek.Ma-dalyonun öteki
yüzünde de sinemanın farklı bir işlevi var.Körpecik bu 7. sanatın asla
yaşlanmayacağına inandığımız edebiyatın esin kaynaklarından birini
oluşturduğundan ise hiç kuşkumuz yok.İşte Paris’in “mücevhercik” sinema me- kanlarından,küçük ama mükemmel düzenekli iki
salonuyla La Filmothéque du Quartier Latin (LFQL) isimli özel sinema 10 Ocak-14
Şubat tarihleri arasında “Edebiyat ve
Sinema” başlıklı özgün bir gösteri programı düzenledi.Sorbonne Meydanı ve
Okullar Sokağı (rue des Ecoles) arasına sıkışmış 200 metrelik daracık
Champollion Sokağı’nda yan yana serpiştirilmiş Le Champo,Les Ecrans de Paris,Le
Lefret Médicis ve LFQL zaten çoğunluğun eski-yeni bu tarz filmlerin
gösterildiği “Sinefil” (sinema aşıkları) yuvalarıdır.Artık hepsi
modernleştirilmiş salonları,ses ve görüntü düzenleriyle ger-çekten 7. Sanatı sevenlere
paha biçilmez keyifler sunar.Yeri gelmişken hatırlatalım:Fransa’da herkes ayda
bir kereye mahsus ödeyeceği 19.90 Avro’luk abone ücretiyle bu sinemalara ve de
Paris’te(ve de Fransa’da 2000 civarında) 400’ün üstünde salondaki tüm seans ve
filmleri hiçbir kısıtlamaya maruz kalmaksızın izleyebilir.
Sizi bilmem ama kalitesine
dair yeterli ipuçları olmadığı sürece okuduğum bir roman veya hikayenin filmine
gitmekten korkar oldum.Beyazperdenin okuduğum bazı kitapların büyüsünü
bozmasından ürkerim.Zira renkli görüntüle-rin belleğimdeki,yüreğimdeki -sübjektif,hatta belki hatalı da olsa –
imgeleri,izlenim ve alt lezzetlerinin zedelenmesinden çekinirim.Ancak itiraf
edeyim ki,bazen de tam tersi olur.Örneğin,Luchino Visconti’nin baş eseri “Venedik’te Ölüm” (1971) ya da Stanley Kubrick’in Lolita’sı (1962) Vladimir
Nobokov’un Lolita’sını şiddetle
okuma arzusunu doğurmuş-tu.
Sinema ve Canlandırmalı
Görüntü Merkezi Ve Paris Belediyesi’nin desteği,Transfuge ve Littéaire
dergilerinin işbirliğiyle hazırlanan 70 filmlik program kimine göre düşman
kardeşler,başkalarına göre de ebedi ortaklar edebiyat ve sinema ikilisinin en
hoş ve en kayda değer örneklerini sunuyor.4 ana bölümün dışında 2 de özel
faaliyet öngörülmüştür.
Aralarında
Atiq Rahimi,Carole Martinez,Christine
Montalbetti,Emmanuel Carrére,Eric Laurrent,Mayris De Keran-gal,Tangul Viel,Zoé
Valdés günümüzün yeni nesil 11 en önemli yazarının bulunduğu “Yazarlar Kendi Sinemalarını Yapıyor” başlığı
altında kendi sevdikleri roman/film ikililerini sunup tanıtmışlar.Örneğin
Rahimi,Kundera/Kaufman’ın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” (1988),Valdés
Nobokov/Kubrick’in éLolita” Kerangal Çehov/Malle’ın”42.Sokak,Van-ya” isimli
eserlerinin kendi hayat ve çalışmalarındaki yerinden,etkilerinden söz edip
katılımcılarla sohbet etmişler.”Poli-siye Perşembeleri”nde 5 Perşembe,5
polisiye yazarı 5 polisiye/roman klasiği hakkında konuşmuşlar.”Okumalar”
bölümündeyse,3 tiyatro/sinema oyuncusu 3 romandan alıntılar okuyup sinema
dilinde nasıl kullanıldığına odaklanmış-lar.11 Şubat ise tamamen “Françoise
Sagan’a Saygı Günü” olarak düzenlenmiş.Ünlü edebiyat tarihçisi Alain Garel “Edebiyat’tan
Sinema’ya” ve de “Sinema Dersi” başlıklı konferansından sonra Mann/Visconti
ikilisinin “Venedik’te Ölüm”ü gösterilmiş ve eser irdelenmiş.
Alfred
Hitchcock’un muzipliğini sanırım sinemasına aşina olan herkes bilir.Sinemacı
üstat Londralı hemşerisi İngiliz yazar Daphne du Maurier’in aynı ismi taşıyan
romanı “Rebecca”sını (1940) sinemaya uyarlamıştı.Vesileyle kendisine yöneltilen
bir soruyu şöyle bir fıkrayla cevaplamıştı:”Çok satar bir kitaptan sinemaya
uyarlanan bir filmin bobinlerini yiyen iki keçi aralarında konuşuyorlarmış.Biri
ötekine demiş ki,kitabını tercih ederim…” Her daim sinemayı da seven kitapsever
keçilerimiz eksik olmasın.Ya peki “Hiç Sinema” izlemeyen ve de “Tek kitap”
seven Abdurrahman Çelebi’ler bir diyara sultan olursa o zaman ne olacak ? Ne
olacak o sultanlık dengesiz beslenmeden batacak…
KAYNAK:19
Şubat 2012,Cumhuriyet /Pazar Yazıları