4 Temmuz 2012 Çarşamba

Edebiyat ve Sinema / Uğur Hüküm



Eskiden sinemadan çıktıktan sonra sıkça kullandığım bir ağız vardı.Sözüm ona seyrettiğim filmi ne kadar be-ğendiğimi anlatan,keyfimi zenginleştirici bir cümle,”Enfes bir roman okumuşum gibi..”Zamanla ikisinin yeri netçe ay-rıldı.Edebiyat ile sinema tamamlayıcı oldular,dersem yanlış.”Dengeli beslenmem için elzem temel kaynaklardan ikisi”,ifadesi sanırım duygu ve düşüncelerime daha uygun düşer.Ancak edebiyat gibi tarihi derin bir sanat türünün,sine-ma gibi çiçeği burnunda bireysel ya da kitlesel bir sanat türünü nasıl beslediği,güçlendirdiği de tartışılmaz bir gerçek.Ma-dalyonun öteki yüzünde de sinemanın farklı bir işlevi var.Körpecik bu 7. sanatın asla yaşlanmayacağına inandığımız edebiyatın esin kaynaklarından birini oluşturduğundan ise hiç kuşkumuz yok.İşte Paris’in “mücevhercik” sinema me-   kanlarından,küçük ama mükemmel düzenekli iki salonuyla La Filmothéque du Quartier Latin (LFQL) isimli özel sinema 10 Ocak-14 Şubat tarihleri arasında “Edebiyat ve Sinema” başlıklı özgün bir gösteri programı düzenledi.Sorbonne Meydanı ve Okullar Sokağı (rue des Ecoles) arasına sıkışmış 200 metrelik daracık Champollion Sokağı’nda yan yana serpiştirilmiş Le Champo,Les Ecrans de Paris,Le Lefret Médicis ve LFQL zaten çoğunluğun eski-yeni bu tarz filmlerin gösterildiği “Sinefil” (sinema aşıkları) yuvalarıdır.Artık hepsi modernleştirilmiş salonları,ses ve görüntü düzenleriyle ger-çekten 7. Sanatı sevenlere paha biçilmez keyifler sunar.Yeri gelmişken hatırlatalım:Fransa’da herkes ayda bir kereye mahsus ödeyeceği 19.90 Avro’luk abone ücretiyle bu sinemalara ve de Paris’te(ve de Fransa’da 2000 civarında) 400’ün üstünde salondaki tüm seans ve filmleri hiçbir kısıtlamaya maruz kalmaksızın izleyebilir.
Sizi bilmem ama kalitesine dair yeterli ipuçları olmadığı sürece okuduğum bir roman veya hikayenin filmine gitmekten korkar oldum.Beyazperdenin okuduğum bazı kitapların büyüsünü bozmasından ürkerim.Zira renkli görüntüle-rin belleğimdeki,yüreğimdeki  -sübjektif,hatta belki hatalı da olsa – imgeleri,izlenim ve alt lezzetlerinin zedelenmesinden çekinirim.Ancak itiraf edeyim ki,bazen de tam tersi olur.Örneğin,Luchino Visconti’nin baş eseri “Venedik’te Ölüm” (1971) ya da Stanley Kubrick’in Lolita’sı (1962) Vladimir Nobokov’un Lolita’sını şiddetle okuma arzusunu doğurmuş-tu.
Sinema ve Canlandırmalı Görüntü Merkezi Ve Paris Belediyesi’nin desteği,Transfuge ve Littéaire dergilerinin işbirliğiyle hazırlanan 70 filmlik program kimine göre düşman kardeşler,başkalarına göre de ebedi ortaklar edebiyat ve sinema ikilisinin en hoş ve en kayda değer örneklerini sunuyor.4 ana bölümün dışında 2 de özel faaliyet öngörülmüştür.
Aralarında Atiq Rahimi,Carole Martinez,Christine Montalbetti,Emmanuel Carrére,Eric Laurrent,Mayris De Keran-gal,Tangul Viel,Zoé Valdés günümüzün yeni nesil 11 en önemli yazarının bulunduğu “Yazarlar Kendi Sinemalarını Yapıyor” başlığı altında kendi sevdikleri roman/film ikililerini sunup tanıtmışlar.Örneğin Rahimi,Kundera/Kaufman’ın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” (1988),Valdés Nobokov/Kubrick’in éLolita” Kerangal Çehov/Malle’ın”42.Sokak,Van-ya” isimli eserlerinin kendi hayat ve çalışmalarındaki yerinden,etkilerinden söz edip katılımcılarla sohbet etmişler.”Poli-siye Perşembeleri”nde 5 Perşembe,5 polisiye yazarı 5 polisiye/roman klasiği hakkında konuşmuşlar.”Okumalar” bölümündeyse,3 tiyatro/sinema oyuncusu 3 romandan alıntılar okuyup sinema dilinde nasıl kullanıldığına odaklanmış-lar.11 Şubat ise tamamen “Françoise Sagan’a Saygı Günü” olarak düzenlenmiş.Ünlü edebiyat tarihçisi Alain Garel “Edebiyat’tan Sinema’ya” ve de “Sinema Dersi” başlıklı konferansından sonra Mann/Visconti ikilisinin “Venedik’te Ölüm”ü gösterilmiş ve eser irdelenmiş.
Alfred Hitchcock’un muzipliğini sanırım sinemasına aşina olan herkes bilir.Sinemacı üstat Londralı hemşerisi İngiliz yazar Daphne du Maurier’in aynı ismi taşıyan romanı “Rebecca”sını (1940) sinemaya uyarlamıştı.Vesileyle kendisine yöneltilen bir soruyu şöyle bir fıkrayla cevaplamıştı:”Çok satar bir kitaptan sinemaya uyarlanan bir filmin bobinlerini yiyen iki keçi aralarında konuşuyorlarmış.Biri ötekine demiş ki,kitabını tercih ederim…” Her daim sinemayı da seven kitapsever keçilerimiz eksik olmasın.Ya peki “Hiç Sinema” izlemeyen ve de “Tek kitap” seven Abdurrahman Çelebi’ler bir diyara sultan olursa o zaman ne olacak ? Ne olacak o sultanlık dengesiz beslenmeden batacak…
KAYNAK:19 Şubat 2012,Cumhuriyet /Pazar Yazıları