10 Ocak 2011 Pazartesi

YAZARLIK,RÜYALARIN YAPISINI FARKETMEKLE BAŞLAR

GÜRSEL KORAT’IN YENİ ROMANI “RÜYA KÖRÜ” İLETİŞİM YAYINLARI TARAFINDAN YAYIMLANDI

Uzun süre ara verdiği roman çalışmalarına iki yıl önce yayımlanan Kalenderiye isimli romanıyla geri dönmüştü Gürsel Korat.Geçtiğimiz günlerde yine bir romanla,tekrar okurlarıylabuluştu.Rüyalarında geleceği gören yazıcı Stefanos ve yine rüyalarında geçmişi gören,geleceğin imparatoruAndronikos’u anlatan bir kitap Rüya Körü.Zamanı,rüyayı,aşkı,iktidarı yeniden sorgulatacak Rüya Körü alıştığımız ta-rihsel romanların dışında,hatta deyim yerindeyse ‘tarihsel roman’ın ne olduğunu tekrar hatırlatan bir kitap. Yazar Gürsel Korat’la eski Büyük Saray’ın bulunduğu Sultanahmet’te buluştuk ve Rüya Körü’ne,zamana,rüyalara ve elbette tarihsel romana dair konuştuk. / Çağlayan ÇEVİK

- Rüya Körü alışılmış tarih romanlarından farklı bir anlatıma sahip.Bir olay veya ünlü bir kişinin hikayesi yerine hiç bilmediğimiz ‘insan’ların hikayesi var,bunun özel bir amacı var mı ?

- Romanda tarih anlatan pek çok eserin kusuru çok önceden yaşanmış bir olayın “öyle değil de böyle” olduğunu iddia etmesidir.Tarihçilik yapamayanların edebiyatın sırtından geçinmesi sayıyorum bunu.Bu tarzın en iyi olanları bile kusurludur;üstelik bir de romanı ilgilendirmeyen tartışmaların kaynağı olmuşlardır.Devlet ana mıdır,baba mı ?Fatih,rüyasında söylenen şeyleri görmüş müdür ?Şah İsmail,Ali’nin zuhur etmiş hali midir ? Yavuz,Çaldıran’da ne yaptı ? Şems özlü sözler söyleyen bir guru mudur ? Gördüğünüz gibi herkes meşrebine göre buna yanıt verir ve bunun edebiyatla ilgili bir şey olmadığını düşünmez.Ben romanda,insan varlığı içinde bilmek istediğimiz durumların peşindeyim.Bir fikrin,bir ulu insanın ne kadar haklı,ne kadar üstün olabileceği fikriyle değil,her insanın hem yüce hem de sefil bir ruh düzeneği içinden hareket edebildiği fikriyle masanın başına oturuyorum.

- Bilmediğimiz insanları anlatmak demiştim…

- A evet,ben edebiyatın sıklıkla üzerinde durduğu konular,kişiler veya olayları aramıyorum.Ben hep ‘merkez’ denen şey neyse onun dışında duruyorum.Rüya Körü’nde hep ‘kahpe’ denen Bizans’ın,yalnız Konya’dan değil;İstanbul’dan görünen Selçuklu’nun izinden gittim.Daha önceki romanlarımda melamet erbabı dervişler,Venedikli tüccarlar,kadın dervişler veya Moğollar önünde direnen umutsuz insanlar vardı.Bilmediğimiz insanları anlattım,çünkü kanımca bir yazar,özgürlüğünü hem anlatım biçiminden,hem de seçtiği konuların benzersizliğinden alır.Edebiyatımız fazlasıyla ‘biz’ olan İstanbul’u ,’biz’ dediğimiz dönemin tarihini anlatıyor.Ben ise biz sayılmayanları,unutulan Selçuklu’yu,’biz’den önceki İstanbul’u anlatmakla bu yoldan çoktan ayrılmış durumdayım.

GELECEĞİ BİLMEK İNSANIN KATLANABİLECEĞİ BİR ŞEY DEĞİL

- Rüya Körü’nde Stefanos’un rüyalarında geleceği görmesi hayatlarını belirliyor.Ancak,sanılanın aksine geleceği veya geçmişi bilmek pek bir şey sağlamıyor insana.Peki insanlar neden geleceği veya geçmişi bilmek isterler ?

- İnsan daima unutur,çünkü çevre sürekli değişir.Geçmişi bilmek ister,fakat bunu asla olduğu gibi öğrenemez.Kehanet,yüzyıllardır insanları uğraştırıyor:Geleceği de bilmek istiyoruz.Oysa geleği kusursuz bilmek sadece bir efsaneden ibarettir.Ben bu nedenle biri geçmişin bir bölümünü,biri de geleceğin bir bölümünü rüyalarında olduğu gibi gören iki insanın öyküsünü tasarladım.Böyle bir şeyin bütün muhtemel sonuçlarını anlamaya çalıştım.Gördüğüm o ki,geçmişi bilmek,şimdiyi anlamada işi-
mize yarasa da,geleceği bilmek hiç de katlanabilecek bir durum değil.Geleceği bir güç elde etmek için istiyoruz,fakat kanımca bu insanın katlanabileceği bir şey değil.

- Stefanos saf aşık,Andronikos ise deyim yerindeyse tam bir zampara.Onları birbirine bağlayan rüyaları gibi görünse de ikisinin de ortak çevresindeki kadınlar diyebilir miyiz ?

- Biri geleceği diğeri geçmişi gören iki insanı elbette rüyalar değil,’rüya konusu’ birbirine bağlamış olur.Geceyle gündüz gibi,geçmişle gelecek gibi birbirine kenetlenen adamların yolları da benzer yerlerden geçecektir.Fakat aşk söz konusu olduğunda talih herkese aynı ayarda gülmez.Kimileri darı ambarına düşer,kimileri de çukura.Ne var ki kazananla kaybeden yan yana dolaşıyorsa,yaşanan burukluk derin olur.Stefanos,aşkı kaybettiği yetmezmiş gibi kaybettiklerinin Andronikos’a koşma isteği karşısında ömrünü harap ediyor.Aşk acısı yalnızca kaybetmek değildir,aşk acısı kaybettiğin şeyin nereye gittiğini görmektir.

- Stefanos’un asıl zaafı nedir ? Budala bir aşık olması mı,yoksa gerçekten iyi niyetli bir saflığa sahip olması mı ?

- Stefanos yanlış bedende yanlış akıldır.Onda geleceği görecek,olayları bilip insanlara ona göre ayar verecek bir kahin tutumu yoktur.O,otoriteye boyun eğmiş akıldır,oysa kehanet buyurgan aklın işidir.Stefanos budala da sayılmaz,yalnızca boyun eğmişliği ve iktidar düşüncesinden uzaklığı yüzünden budala görünür.Budalalık işin gereğini yapamayan herkeste,Kendimizde de tabii,hissettiği-
miz bir haldir.
SÖZÜ EDİLMEYEN KADINLARIN ROMANI

- Rüya Körü;rüya,aşk,hatırlamak,babalık,baba oğul ilişkisi gibi kimi kavramları da ele alan bir roman.Bunlar sizin sorduğunuz sorular mıydı yoksa okuru düşündürmek için kullandığınız unsurlar mı ?

- İkisi de iç içe.Baba oğul kavram çiftiyle kurduğum anıştırmaların okurları şaşırtacağını biliyorum.Hıristiyanlığın “Baba ve Oğul”undan ,Roma-rum baba oğul ilişkisine,Stefanos’un babasıyla ilişkisinden ,kendimizin baba oğul ilişkisine varıncaya kadar çok şey aklımıza gelecek.Bütün bunlardan kadını,erkek iktidarının bir öğesi,yardımcı unsuru haline getiren ilişkileri düşüneceğiz.Baba-oğul kav-
ram çiftinin bizi bir iktidar tutkunu ve tutsağı yaptığını,romanı yazarken çok düşündüm ve buna inancım arttı.Kadın ,o çağlarda bugün bildiğimiz anlamda bir kişi değil.O yüzden sabırla seven ve kadının peşinde koşan erkek aptal gibi görünüyor. Çünkü o zamanın kadını gövdesine erkek zırhı giymiş,muktedir erkeklerin peşinden koşan bir erkek kopyasından ibaret.Stefanos budur ve maalesef,o çağda böyle bir erkeğin budala görünmesinin nedeni,bugünkü ölçüler içinde ve “ kadınca” sevmesidir.

- Baba-oğul iktidarla ilintiliyken aslında kadınların rolü de hiç azımsanacak gibi değil…

- Bunu bir baba-oğul romanı olarak da alabilirsiniz,sözü edilmeyen kadınların romanı olarak da…Ben genel olarak iktidarla alıp veremediği olan bir insanım.Özellikle erkek egemen anlayışın değişmesi gerektiğini,hatta ortadan kalkması gerektiğini dile getiriyorum bu romanımda da…Adı anılmayan kadınların sözü edilmesi gerekiyor.Romanda bu var,erkek iktidarını eleştirirken bu iktidara doğrudan veya dolaylı olarak yön veren kadınları da anlattım.Theodoro’dan Zoe’ye,Fransız kralının küçük kızı Agnes’ten Sitti Bibi’ye kadar ismi bugün hatırlanmayan kadınlar bunlar…


PROUST VE TANPINAR KAPI KOMŞUM OLUR

- Aslında “rüya” kavramını ele alsanız da,”zaman” kavramı üzerine daha çok şey söylüyorsunuz romanda.Zaman’la bir derdiniz mi var ?

- Ben zaman kavramını dert edinen romancılar kuşağındanım.Proust,Tanpınar veya Lawrence Durrell benim kapı komşularım oluyor.Her romanımda zaman kavramıyla ilgili bir problem bulur,onun üzerine giderim.Bu romanda “bu an”ı yaşayan,yaşadığı an içinde geleceği gören birini düşünmek beni yerimden sıçrattı desem,belki halimi anlarsınız.Çünkü kişi rüyasında (şimdiki zamanda)geleceği görür ve iki zaman boyutu birbirine karışır!Üstelik bir de uyanınca her şey geçmişte kalır,gelecek bile ! İşte “zaman nedir” diye sora sora yol alan romancının hali.Sorarım size:Bunun romanı yazılmaz mıydı ?

- Romanın alıştığımız bir zamanı yok,ne geçmiş anlatılıyor,ne gelecek anlatılıyor,ne de bizim anladığımız anlamıyla şimdiden bahsedebiliyoruz.Romanın teknik olarak zamanı nedir ?

- Romanda başka bir zaman dilimi olduğunu şuradan anlıyoruz;roman bizi birdenbire gelecek zamana götürüyor.O da metnin kendi gelecek zamanı aslında.Sonra geçmiş zamanı görüyoruz ve yine o da metnin kendi geçmiş zamanı.Yani adı geçen kahramanların,karakterlerin romanda anlatılmaya başlanan tarihten önce yaşadıklarıdır.Bunu şöyle anlatabilirim,roman aslında hep şimdiki zamanda anlatılıyor,az önceki soruyu cevaplarken,şimdi’nin farkında olmamız için,geçmişi de,geleceği de bilmemiz gerekir dedim.Romanda ilerleyen bölümlerde kahramanların ne yaşayacağını,nelerle karşılaşacaklarını veya kimin imparator,kimin aşık,kimin mahkum olacağını yani romanda gelecekte olacakları söylüyorum.Okur bunu da okuyor,ama daha sonra bunu tekrar olay yaşandığı anda ve Stefanos “İşte benim gördüğüm de buydu,” dediği anda tekrar okuyup idrak ediyor.Özetle romanın teknik olarak özael bir şimdiki zamanı olduğunu söylemeliyim.

- Romanın sonunda yazar Gürsel Korat,Stefanos’un yerini alıyor.Yazarlığı rüya kaydı tutmak olarak mı değerlendiriyorsunuz?

- Yazarlık rüyaların yapısını fark etmekle başlar.Bu nedenle bana Delphoi kahinleri de,Freud da çok yakın gelir.Romanda görmüşsünüzdür,Platon bile bir rüya kişisi olarak gelip bir şeyler konuştu Kritias’la.Benzer çok şey daha var,yani ben insanlığın rüya hakkında bildiklerinin hepsini düşündüm,bu romana en çok uyanları zihnimde işledim.Bu zihin benimdi,romana konu olan rüyaları gören zihindi.
Sonra kitabı okuyacak olanları düşündüm.Rüya Körü onların rüyası olacaktı.Ben de o rüyaların arasına karışacaktım.Bu kitapta ben de okurun rüyalarına sızdım,rüya kahramanlarından biri oldum.

OKURA BİLGİ SATMADIM
- “Edebiyat fikir panayırına döndü” diyerek aslında insansızlaşan bir edebiyatın karşısında olduğunuzu söylüyorsunuz.Bu sizin genel edebiyat anlayışınız mı,yoksa son dönemdeki ürünler karşınızdaki tepkiniz mi ?

- Benim genel edebiyat anlayışım budur. Pragmatik bir yaklaşımla,bu dönem şunu eleştireyim,bunun karşıtı olayım diye bir şey yapmıyorum.Edebiyatın özerkliğini düşünüyorum.Tarihsel olaylar edebiyattaki olayları def etti.Ben Konya’da ne olduğunu,İstanbul’da neler yaşandığını tarihten ve sanattan öğrendim.Ben Rüya Körü’nde okurlarıma bilgi satmadım.Sadece Selçuklular’ın kendilerine Rum Sultanı dediğini ve dedirttiğini dipnotlu olarak belirttim.Çünkü bizler Anadolu Selçuklu adını sonradan uydurduk.Onlar kendilerine böyle bir isim takmamışlardı.Rum imparatoru ve Rum Sultanı olarak adlandırıyorlardı kendilerini.Ben,tarihte hiçbir zaman Anadolu Selçuklu devleti var olmadı diyerek, bu malzemeyi kullanarak bir şeyler satma çabasına girseydim,eleştirdiğim anlayıştan bir farkım kalmazdı.çok rahat manşete girecek ifadeler kullanabilirdim romanımda ama buna gerek yok.

EDEBİYATTA MİSYON TEHLİKELİ BİR ŞEY

- Roman yazmaktan öteye bir misyonum yok mu diyorsunuz ?
- Edebiyata başka bir misyon yüklerseniz o edebiyat olmaktan çıkar.Tez yazmaya gerek yok.O alanın bilgisi sizi ele geçirir.İşte tarihi romanın tehlikesi budur.O zaman tarih yazımı yaparsınız ama ne edebiyat olur ne tarih olur ortaya çıkan.Aynı şeyi bir dönem şairlerimiz de yaşamıştır.İdeolojik anlayışla kaleme aldıkları satırlar bir süre sonra çok kötü kalmıştır diğer yazdıkları arasında.Baktığımız zaman sadece sanat eseri oluşturmak için bir şeyler ortaya koyan sanatçıların işleri,sadece sanat açısından baktığımızda bile oldukça üstünür.Asıl önemli olan da bu değil midir ? 1987’den bu yana benim anlayışım budur.Edebiyatta misyon çok tehlikeli bir şey.Romancı neyin iyi neyin kötü olduğuna kendisi karar vermemeli,bıraksın okur ne isterse onu söylesin.

KAYNAK: 19 Aralık 2010 - Hürriyet Pazar Keyif Eki