6 Temmuz 2009 Pazartesi

Edebiyat Dünyasının Yalnız Adamı

Edebiyat Dünyasının Yalnız Adamı

Uzun bir zaman sonra tekrar günlük tutmaya karar verdiğimde şu cümlelerle başlamıştım yazmaya:
“Kimse dinlemiyorsa beni –ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.”
Oğuz Atay’ın 25 Nisan 1970’de günlüğüne yazdığı ilk satırlardan biriydi bu. Belki hırsızlık diyebilirsiniz siz benim yaptığıma. Oysa Oğuz Atay, o kadar güzel anlatmıştı ki bir günlüğe sığınma ihtiyacını benim diyecek fazla bir lafım kalmamıştı. Aslında birçok şeyi çok güzel yazmıştı Oğuz Atay. İlk kez “Tutunamayanlar” kitabıyla tanıdım Atay’ı. Kitabı okumamın üzerinden çok zaman geçti ama fikrim değişmedi:
“Okuduğum en güzel kitaplardan biri.”
Okuduğum her yapıtı, adına yazılmış her şey beni alıp başka yerlere götürdü.
Bu yazıyı yazarken şunu sordum hep; “Şart mıydı bu kadar erken gitmek?” Şunu soruyorum size; “Tanımadığınız bir insanı ne kadar sevebilirsiniz?” ve “Olmayan bir insan ne kadar yakın olabilir size?” Olmayan bir insan kim mi? Selim… Selim Işık… “Tutunamayanlar’ın baş karakteri. Aslında Selim karakterinde Oğuz Atay’dan öyle çok iz var ki…
Mesela Oğuz Atay, günlük tutmaya başladığında kendini Tutunamayanlar’ın kahramanı Selim Işık’a benzetir ve “Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi” der. Tutunamayanlar’ın Selim’i de günlük tutuyordu. Selim’in sonu hayırlı olmamıştı çünkü intihar etmişti romanda. Selim bazı özellikleriyle Oğuz Atay’a ve Oğuz Atay’da bazen yarattığı karakter Selim’e benzemişti.
1934 yılında doğan Oğuz Atay, İstanbul Teknik Üniversitesi inşaat mühendisliğinde okudu. Oysa Atay, mühendislik yapmayı hiç istemedi. Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da kendisi yerine Selim’i konuşturur: “Lisede iyi bir öğrenci olduğum için zor bir meslek seçmeliydim. Bu nedenle mühendis olmaya mecburum.”
Oğuz Atay’ın ömrü boyunca büyük ilgi duyacağı bir yazar vardır. Tutunamayanlar’ın Selim’i de aynı yazara karşı büyük bir sevgi beslemektedir: Dostoyevski. Atay, Selim ve Dostoyevski’nin ortak bir yönü vardır; mühendis olmaları. Oğuz Atay, kendi düşüncelerini yine Selim’le dillendirir: “Bütün ümidi, Dostoyevski gibi mühendis olduktan sonra istifa etmekti. Babasıyla hergün kavga ediyordu. Üniversiteye girişinden onu sorumlu tutuyordu. ‘Dağlara kaçacağım’ diye bağırıyordu babasına: ‘Hepinize bu üniversiteyi bitireceğimi, hem de kırıntılarımla bitirebileceğimi göstereceğim.”
Oğuz Atay’da mühendisliği babasının isteği üzerine seçmişti ve gençlik yıllarında babası ile tartışmaları olmuştu. Oğuz Atay’la Selim arasında daha nice benzerlikler vardır.
Ancak, Selim sadece bir kişi değildir. Selim Işık tutunamayanların bir bileşkesidir. Selim karakterinde Oğuz Atay’ın üniversite arkadaşı Ural Özyol’un da katkısı vardır. Atay bunu şöyle açıklamıştır:
“İntihar eden bir arkadaşım, Ural var; ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil.” Oğuz Atay, “Tutunamayanlar”ı Ural Özyol’un anısına ithaf etmiştir.
Oğuz Atay’ın yaşadıklarını kitaplarına yansıtmaları “Tutunamayanlar”la sınırlı değildir elbette. “Tehlikeli Oyunlar” romanının dokusu içinde Oğuz Atay’ın evlilik yaşantısından anı parçacıkları sıkça yer alır.
2 Haziran 1961 yılında evlendiği Fikriye Fatma Gündüz ile olan tanışmasından izler taşır “Tehlikeli Oyunlar”. Romanın iki kahramanı Bilge ve Hikmet’in tanışması şöyle yansır romana:
“Bilge ile tanışmamak için direnmiştim. Bir pastanede buluşacaktık. (…) Beni görünce, siz Hikmetsiniz değil mi? dedi hemen. Bir aksilik hissettim içimde. Nazmi bu buluşmayı düzenlememeliydi; benden çekinmeliydi. Bilge beni tanımıştı; demek ki, Nazmi beni anlatmıştı ona. Bilge’yi de bana tarif etmişti ama unutmuştum. Neden gülümsüyordu Bilge? (…) Sanki benimle buluşmaya gelmiş; benden başka beklediği yokmuş gibi gururlanmıştım; oturmadan çevremi süzmüştüm. Bu kadınlar, insana ne aptallıklar yaptırır. Aslında heyecanlıydım, çevremi filan gördüğüm yoktu.”
Fikri’ye Oğuz Atay’dan beş yaş büyüktür, terzilik yapmaktadır. Oğuz Atay’ın annesi Muazzez Hanım, oğlunun beş yaş büyük biriyle evlenmesinden hoşlanmaz ve bu evlilik aile çevresinde olumlu yankılar almaz. Sadece aile değil, Atay’ın çevresi de bu ilişki hakkında pek iyi yorumlar yapmaz. Endişelerin nedeni ise “sessiz” Fikriye ile “kitap kurdu” Oğuz’un ilişkilerinin birlikteliği ile ilgilidir.
Fikriye ve Oğuz çiftinin evliliklerinden bir yıl sonra, 1962’de, Özge isimli kızları dünyaya gelir.
Çiftin arasında kızları doğduktan beş yıl sonra ayrılılık üzerine bir konuşma geçer.
“1967 yılı içindeydi. Bir gün Nişantaşı’nda karşılaştırk, birlikte eve doğru yürüyoruz. Bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. ‘Ben başkalaştım’ dedi. Ne demek istediğini sormaya çekindim. Bir terslik vardı. Değişmişti, sanki bir karakter değişikliği yaşıyordu. Bir süre sonra, ayrılmak istediğini söyledi. Bu konudaki ilk ve son konuşmamız bu oldu. Ne yanlış yaptığımı sorduğumda, ‘sen bir şey yapmadın, ben değiştim’ dedi: ‘Değişen benim.’”
Fikriye, Atay’la aralarında geçen konuşmayı işte böyle aktarmıştır.
Atay, Fikriye ile olan evliliği içinde, 1962 yılında, Betonar Kolektif Şirketi’ni Uğur Ünel’le birlikte kurar. Atay, “Tutunamayanlar”ın Turgut Özben’ine benzer burada. Ankara’da bürokratik işlemlerle uğraşır, iş peşinde koşar. Betonar, 1967 yılında fiilen sona erer.
Atay’ın evliliği ve işi bitmiştir, kendini yazmaya verir. Oğuz Atay, 1968’den öldüğü 1977 yılına kadar olan hayatının orta noktasında yazma vardır.
Atay’ın hayatında yeni bir kadın vardır artık; Sevin Seydi. Sevin, Oğuz Atay’ın “büyük aşkı” olarak tanımlanır dostları tarafından.
Sevin Seydi, 1956 yılında Oğuz Atay’ın hayatına girer. Atay’ın yakın arkadaşı Uğur Ünel’le nişanlanan Sevin Seydi, sıradışı özellikleriyle adım atar yaşamlarına. 1967 yılında farklı nedenlerle Oğuz Atay da Sevin Seydi de eşlerinden ayrılırlar. Aynı dönemde yaşadıkları yalnızlık ve mutsuzluk bir süre sonra bu iki insanı bir araya getirir. Oğuz Atay’ın yaşamının bundan sonraki on yılında Sevin Seydi hep en önde varlığını sürdürür.
Oğuz Atay, “Tutunamayanlar”ı Sevin Seydi ile birlikte olduktan sonra yazmaya başlar. Sevin Seydi “Tutunamayanlar”ın başarılı olacağından o kadar emindir ki kitabın yazılan sayfalarını İngilizce’ye çevirmeye başlar. Ancak kitabın İngilizcesi’ni basacak yayınevi bulunamaz.. Sevin Seydi, kitabı İngilizce’ye çevirmekle kalmaz. Ressam olan Sevin, Oğuz Atay’ın kitaplarının kapak resimlerini de çizer. Sevin, Atay’ın bir roman karakterini de yaratmasına yardımcı olanlardan biridir; “Tehlikeli Oyunlar”ın Bilge’si.
“Tutunamayanlar” Sevin ve Oğuz’un aşklarının pırıltısıyla (Selim ve Günseli), “Tehlikeli Oyunlar” ise (Hikmet ve Bilge) ayrılıklarının hüznü ile bezelidir:
“Bilge gitti albayım. Biliyorum, bir daha geri dönmez. Her şey benim yüzümden albayım. (...) Biraz hava mı alayım dışarıya çıkıp? Peki albayım. Belki Bilge’ye de rastlarım bu arada. Tam gitmiş olamaz, değil mi? Hiçbir şey böyle bir anda kaybolamaz, değil mi? Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın? Fakat bizim sokakta göremiyorum onu albayım. Belki hızlı koşarsam yetişirim ama, değil mi? Bilge, Bilge! Köşeyi dönmüş galiba. Başım dönüyor, biraz dinleneyim. Beni neden bıraktın Bilge? Şimdi hiç dönmeyecek misin yani? Seni artık hiç göremeyecek miyim? İmkansız mı? Albayım, albayım bu oyun çok ciddi, bakın ben bile ağlıyorum albayım. İmkansızlık duvarının dibinde ağlıyorum. Bu duvar beni çıldırtıyor albayım. Buşımı bu duvara vurup parçalamak istiyorum.”
Sevin Seydi, Londra’ya gider. 1970’den 1973’e kadar bir ayağı Londra’da bir ayağı İstanbul’da yaşar. Oğuz Atay mutsuzdur, yalnızdır. Atay, Günlük tutmaya başlar. Yalnızlığını günlüğü ile paylaşmaya karar vermiştir.
“Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun.”
Sevin’in gidişi Oğuz Atay’ı çaresiz bırakmıştır. Herşey Sevin’i hatırlatmaktadır. Atay, Günlük’üne şunları yazar;
“Joseph Losey’in Secret Ceremony adlı bir filminin seyrettim. Yordu beni. Londra’yı, kırmızı iki katlı otobüsleri görmeye dayanamadım. Garip bir şey: Londra’yı Sevin’le bir tutmaya başladım.”
Oğuz Atay’ın Sevin Seydi’ye sevgisi, biçim ve renk değiştirerek yaşamının sonuna değin sürer. Ayrılık döneminde çok üzülmüş olan Atay, farklı şekillerde Sevin’le birlikte olur. Maurice Whitby ile birlikte yaşamaya başladıktan sonra, yaşamı boyunca hiç kopmayacağı en yakın dostuna dönüşür Sevin Seydi. Nasıl onunla aynı evi paylaştığı dönemde, ayrıldığı kocası Uğur Ünel’le dostlukları hiç yara almadan sürdüyse, bu kez Maurice Whitby ile yakın bir dostluk ilişkisi içine girer Atay.
Atay’ın hayatına başka bir kadın girer; Yeni Ortam gazetesinde sanat muhabiri olan Pakize Kutlu. Sevin Seydi’nin bıraktığı acılar Pakize ile azalır. Pakize ve Oğuz 26 Nisan 1964’te evlenirler.
Atay, 1976 kasım ayında grip olur, ateşi yükselir, kullandığı ilaçlar baş ağrısını geçirmez. Yapılan iğneler sonuç vermez. Bu basit bir ağrı değildir. Yürürken ayakta bir sekme başlamıştır. Bir sabah çift gördüğünü söyler. Aile dostu Dr. Cezmi Kazancıgil için artık şüpheye yer yoktur, İngiltere’ye gitmek gereklidir. İngiltere’ye giderler.
Oğuz Atay, 1976 aralığında Londra’ya Royal Marsden Hospital’e gider ve 22 Aralık’ta hastaneye yatar. Ameliyat 24 Aralık’ta gerçekleşir. İki tümörden yalnız biri alınır, diğerine dokunulamaz. Bu tümör daha sonra büyür ve Atay’ın ölümüne neden olur. Radyoterapi yapılır. Hastalığın baş göstermediği ekim ayına kadar her şey normaldir.
13 Aralık 1977 günü arkadaşı Altay Gündüz’lerin evine gider. Oğuz Atay bir süre onlarla oturduktan sonra uzanmak için arka odaya gider. Pakize bir şeylerin ters gittiğini anlamıştır. Oğuz Atay, daha sonra banyoya gider ve Selim gibi kendini banyoya kilitler. “Tutunamayanlar”ın Selim Işık’ı, “İlaçlarımı alıp banyoya kapanıyorum. Durumumu kimse görmesin diye kapıyı kilitliyorum” demektedir. Oğuz Atay, banyoda fazla zaman geçirince huzursuz olurlar, Altay Gündüz kapıyı kırar;
Oğuz Atay ölmüştür!
Atay’ın cenazesi Sultanahmet Cami’nden kaldırılır. Akademide tören yapılması da tartışma konusu olur. İdareyle sorunlar yaşamış olan Atay için tören düzenlenmek istenmemektedir ama bu inat kırılır.
Kimilerine göre Oğuz Atay öleceğini hissetmişti. Art arda bu kadar eser vermesi kimilerine göre bu nedenleydi. Günlük’ünde bir yere rüyasını şöyle yazmıştı: “Dün gece bir rüya: saatim patlıyor, sonsuz küçük çarklar, dişliler ortalığa yayılıyor, toplayamıyorum, saat camı bir basınçla şişiyor, dağılıyor.” Bu rüyanın yorumu ölüme işaretti.
Oğuz Atay’ın değeri öldükten sonra bilinmişti.
“Tutunamayanlar”da Selim şunları söylüyordu:
“Romancılar için bulunmaz bir okuyucuyum, birinci sınıf bir okuyucu. Kitaplarının böyle okunduğunu bilselerdi fakirler, kim bilir ne kadar sevinirlerdi. Durmadan yazarlardı; bir türlü ölemezlerdi.”
Oğuz Atay da kitaplarının böyle okunacağını, baş tacı edileceğini bilseydi, bu kadar çabuk gitmeye karar vermezdi belki de.


Kaynak: Ben Buradayım... / Yıldız Ecevit
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Günlük / Oğuz Atay

KAYNAK:http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=42241