23 Temmuz 2009 Perşembe

Keşke Hatırladığın Kişi Olsaydım / Murat Gülsoy

Keşke Hatırladığın Kişi Olsaydım / Murat Gülsoy (İstanbul'da Bir Merhamet Haftası'ndan)
[Erol]

Bence her insan iyi bir ad bırakmak,ölümsüz bir yiğitlik şerefi kazanmak için elinden gelen herşeyi yapar.Hem ne kadar değerliyse,o kadar düşer bunun üstüne.Neden ? Ölümsüzlüğü sever de ondan.

Bedenlerinde bereket taşıyanlar daha çok kadınlardan yana gider,onların sevme yolu,çocuk üreterek ölümsüzlüğü sağlamaktır.Adlarını yaşatarak,gelecek bütün zamanlar boyunca mutluluğa ereceklerini sanırlar.Ama canlarında bereket olanlara gelince;çünkü böyleleri de var;onlar bedenden çok daha bol verirler can ürünlerini.Nedir canın ürünleri ? Düşünce ve daha ne varsa.İşte bütün yaratıcı şairler ve sanatlarına yenilik getiren işçiler bu canı bereketli insanlardır.

Şölen,Platon,416

Kabul etmeyeceğimi söylemiştim.Israr ediyorsun.Senin için kolay olanın bir başkası için zor,hatta imkansız olabileceğini hiç düşünemiyorsun.Evet biraz kızgınım.Yanlış bu satırlardan sana doğru yükselen duygu- eğer yansıtabilmişsem.Öyle bir becerim olduğundan giç emin değilim.Gerçi hala iyi bir okurum.Ne demekse…
Piyasaya çıkan tüm kitapları alıp okuyan biri.Birkaç yüz tane satan kitapların yazarlarının boyunlarını bükerek kurdukları cümlenin (‘az sayıda okura ulaşmaktı amacım’) içindeki isimsiz okurum ben..Planlanmış bir karıyer değildi bu.Bilirsin bir zamanlar aynı noktadaydık. Uzun yaz tatillerinde okuduklarımızıtartışırken;defterler dolusu notlar alırken;yeni ve farklı bir edebiyatın,geleceğin edebiyatının hayallerini kurarken…en azından o sıralar ben bunu planlamamıştım.Herhangi bir planda yoktu aklımda,sadece yazar olacağımı biliyordum.Sanıyordum demeli-yim.Derinimden hissediyordum bunu.Biz seninle Turgut’la Selim gibiydik;Hikmet’le Hüsamettin Albay gibi…Hangimiz hangisiydik bunu hatırlamıyorum şimdi.Ama işte zaman geçti,hayat yaşandı ve sen yazar oldun ben okur olarak kaldım.

Bunun üzerine başlangıçta çok düşündüm,biliyor musun ? Bilmiyorsun,bilemezsin tabii.Senin ilk kitabın çıktığında çoktan kopmuştuk.Hani derler ya ‘hayat bizi farklı yerlere savurmuştu’.Bu da gelecekmiş başıma,ancak düzeysiz melodramlara yakışacak cümleler kurmak da varmış kaderde.Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’nden bir sahne hatırladım şimdi.Zamana uyum sağlamak için devrimci bir hikaye çekmeye çalışan eski aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni Haşmet,filmindeki baba rolü için eski bir oyuncusunu ziyarete gider.Yıllardır kapısını çalmamış;ne halde olduğunu merak bile etmemiştir.Eski filmlerin oyuncusu ise evinde siyah beyaz yerli filmleri izleyerek ve içki içerek kaplumbağasıyla birlikte yaşamaktadır.Haşmet bunca zaman sonra bir yerlerden lafın ucunu yakalamak için yeni edindiği entel yönetmen pozuna uygun olarak boynuna bağladığı fuları çekiştirerek ‘hayat bizi savurdu’ der.Artık yaşanan günlerden umudu olmayan adamın cevabı kısa ve nettir:’S….r’

Ne yazık ki ağzımı bozmadım hiç,bozamadım.Hikmet gibi çırpınmadım da…Bunları sana bir sitem olsun diye yazmıyorum.Sadece…Bilmiyorum.

Dediğim gibi ilk kitabın çıktıktan sonra uzun zaman ‘durumumuzu’ sorgulamıştım.Hastane odaları bu türden tek kişilik hesaplaşmalar için eşsiz mekanlardır.Seni kişisel hayat hikayemin dramatik sahneleriyle üzecek değilim.Savrulduk ya işte,ben bir yere,sen başka bir yere…Herkesin yapması gereken işler vardı,okunması gereken okullar,verilmesi gereken sınavlar,kazanılması gereken ekmek ve acı su,acı hayat…Bak kolayca duygusallaşabiliyorum.Belki de bu yüzden yazar olamadım,bilmiyorum.Bu sorunun cevabını halen bulmuş değilim.Belki de yeterince akıllı değildim.Her neyse…Kitabının ilanını gazetede gördüğüm anı unutamıyorum.De-dim ya hastanedeydim.Aklına kötü bir şey gelmesin refakatçi olarak bulunuyordum.Kitabını elime aldığımda hasta olmadığım halde ateşim yükselmişti.Gerçekten.Yüzümden,kulaklarımdan ateş fışkırıyordu.Ellerim titriyordu.Sonra ağır ağır her cümlede acı çekerek kanayarak okudum kitabını.Beğenmek ya da beğenmemek söz konusu değildi.Başka bir duyguydu.Anlatamıyorum işte.Zaten bu türden küçük yaşantıları hikaye edebiliyor olsaydım böyle kırık kalmazdım hayatın bir köşesinde.İlk gençlik hayalimiz gerçekleşmişti.Bunu sen başarmıştın.O anda çok sevinçliydim.’Ben de yapabilirim,yapacağım,yapmalıyım’ hissi her yanımı uyuşturmuştu.Hele bu hastaneden çıkalım,hele bir hayatım düzene girsin,hele bir…derken hiçbir şey düzelmedi.Ben hep hastane koridorlarında,şehirlerarası otobüslerde,kafelerde,uzak şehirlerin boktan otel odalarında o kitap okuyan yalnız adam olarak kaldım.Okudukça yazmaktan uzaklaşabilir mi insan ? Yanıt evet olmalı,çünkü ben bunun canlı bir kanıtıyım.

İsterdim tabii.Farklı,yeni,büyük bir yapıt için hayatımı ortaya koymak,inandığım bu yeni dönemin edebiyatı için herkesle ters düşmek,dışlanmak,anlaşılmamak,hatta hakarete uğramak,aşağılanmak ama yine de o bildiğim doğru yoldan başka bir yol tanımayarak kendim olmak.Yeni bir anlatım biçiminden,yeni bir üsluptan söz etmiyorum.Ya da akla hayale gelmemiş bir konu bulmaktan da…Bunlar küçük işler (Eyvah kendimizi ele veriyoruz,foyamız meydana çıkacak Albayım!).Bunlar bir yazarın kişisel arayışlarıdır,kendisini ilgilendirir.Ben daha farklı bir boyuttaki arayıştan söz ediyorum.Gerçekten de insanın gözünü karartacak kadar önemli bir şeyden…Yazdıkça içinde içinde kendimi yitireceğim bir hikayeden bahsediyorum.Okuyan kişinin kendisini dönüşü olmayan bir yolculukta olduğunu hissedeceği ama yine de devam etmek isteyeceği ,hayatını gerçekten değiştirebileceği bir metinten,bir kitaptan söz ediyorum.Ve o kitap yazıldıktan sonra artık başka bir kitabın yazılmasına gerek kalmayacağı bir dönemden,’büyük kitap’ döneminden…Hakkında aptalca söyleşilerin yapılamayacağı,saçma sapan tanıtım yazılarının yazılamayacağı,üzerinin sözün gölgesinin düşmeyeceği bir kitap.Böyle bir kitap ancak yazılamadığı zaman var olabilirdi.O kadar kişisel olan bir deneyim ki…Yazılması,paylaşılması olanaksız bir durumdur bu.

İşte ben bu ve buna benzer düşüncelerle yazmaktan uzaklaşıp başka bir hayata geçmiştim ve bu yeni hayatımın ortalarında bir yerinde…artık bu durmuş oturmuş hayatımdaönemli bir gelişme olmaz derken…hatta artık bu tür yargılarda bulunmayı bile bırakmışken…senden bu çağrı geldi.Sana yanıt vermeden önce uzunuzun düşündüm,inan.Neden bunca zaman sonra ? Neden bu kadar gecikmişti bu çağrı ? Belki on beş-yirmi yıl önce olsaydı…Ki o zamanlar hep böyle projeler düşünürdük…Belki o zamanlar girişebilirdim.Cahilliğin verdiği cesaretle ben de yazabilirdim.Ama şimdi hazırlıksız yakalandım.Bir başka açıdan baktığında fazla hazırlıklıyım.Artık başka bir hayatın ortasındayım.Ve bu hayatta yazı yok.Sadece başkalarının yazmış olduğu kitaplar var.Benim tiksintiyle,bulantıyla izlediğim bir hayat.

Üzgünüm.Resme bakıp tek satır yazmadım.Yazamadım ama en azından sana bunun nedeninitüm samimiyetimle açıkladım.Anlayışla karşılayacağını umuyorum.Yazmak gerçekten de bana fiziksel olarak acı veriyor.Yazımın başına (belki de mektup demeliyim,öyle ya sadece sana hitaben yazılmış bir yazı bu,eğer bir yazının alıcısı tek ve belliyse ona mektup demek daha doğru olacak),evet mektubumun başına Platon’dan bir alıntı koydum.Çok güzel anlatıyor üretken bir yazarın durumunu.Canlarında bereket olanlar,demiş metni Türkçeleştirenler.Güzel bir çeviri.Ruh demekten kaçınmışlar.Bense o kadar titiz olamıyorum kendimi ifade ederken.Ama şunu biliyorum,o bereket denilen şey her neyse bende yokmuş…Ölümsüzlük benden uzak olacak o halde.Belki de tüm bu laf kalabalığının içinde dile getireme-
diğim böyle bir ruhsal sorunum vardır.Öyleyse hiç kurcalamamalı.Bırak dağınık kalsın.Eski yoldaşından sana bir teşekkür bu mektup:beni hatırladığın için.Keşke hatırladığın kişi olsaydım.

KAYNAK: İstanbul’da Bir Merhamet Haftası / Murat Gülsoy – CAN YAYINLARI