30 Temmuz 2009 Perşembe

Nobel Orhan Pamuk'a verilmiş bir ücrettir / Demirtaş Ceyhun



Holding medyası Pamuk’u eleştirenlere yer vermedi

TÜRKSOLU: Orhan Pamuk Nobel Ödülü aldıktan sonra aleyhinde bir bildiri yayınladınız. Kısaca bir anlatır mısınız? Basında çok da yer bulmadı.
Demirtaş Ceyhun: Basın tabii imzacıların imzalarını reddettiğini göstermeye çalıştı. Oradaki imzalardan birkaçı yanlışlıkla alınmış. Alev Aratlı’yla konuşmuşlar. Ama başka birisinin ismini yazmışlar. Füsun Akatlı yazmışlar. Füsun Akatlı ben imzalamadım deyince gazeteciler onun üzerine gitmiş. O yüzden bazı gazetelere yansıdı. Bunun dışında, basında yeterince ilgi uyandırdığını düşünmüyorum.
Nitekim o gün basın toplantısı iki buçuk saat kadar sürmüştü. Beş televizyon en az 15-20 gazeteci vardı. Bence çok görkemli oldu. Toplantının sonunda dedim ki “Siz de sorular sordunuz, yanıtlarınızı aldınız. Yani açık kalan hiçbir nokta kalmadı. Bu konuda söylediklerim hakkında kafanızda hiçbir soru işareti kalmadı. Ama ne yazık ki siz bu basın toplantılarını yayınlama kararını verecek kişiler değilsiniz. Sizin bağlı olduğunuz kuruluşların yönetmenleri, sahipleri, yöneticileri, genel müdürleri sanmam ki bu söylediklerimin onda birine yer versin. İnşallah verir.”

Dediğim gibi yer vermediler. Yer vermemelerini doğal karşılıyorum. Orhan Pamuk Nobel Ödülü alınca bir grup “Türkiye’ye Nobel ödülü getirdi” diye alkışladı. Bir başka grup ise “Bir milyon Ermeniyi otuz bin Kürdü kestik” dediği için şiddetle eleştirdi. Orhan Pamuk’un bu yıl Nobel Ödülü almasında bu sözleri çok büyük ağırlık taşımıştır. Hiç kuşku duymuyorum. Çünkü Orhan Pamuk’a bu ödülü vermezlerdi. Henüz sıra ona gelmemişti. Bu ödülü gördüğüm kadarıyla Paul Auster ya da Philip Roth’a vereceklerdi. Ama Orhan Pamuk’un bu demeci ve Fransız Parlamentosu’nda bu konunun görüşüleceğinin bilinmesi Orhan Pamuk’a öncelik tanıdı.

Orhan Pamuk’un edebiyat anlayışına da karşıyım

TÜRKSOLU: Düzenlediğiniz açıklamada Orhan Pamuk’un sadece Nobel almasını sağlayan “1.5 milyon Ermeniyi ve 30 bin Kürdü katlettik” sözüne karşı çıkmadınız. Orhan Pamuk’un edebiyat anlayışına yönelik eleştirileriniz de oldu.
Demirtaş Ceyhun: Benim Türkiye’de 6 yıldan beri sürdürmeye çalıştığım bir kavga var. Daha önce yayınladığım bir kitabım vardı: “Edebiyatımı Geri İstiyorum.”
Orhan Pamuk’un temsil ettiği edebiyat akımına karşı olduğum için Orhan Pamuk’un ödülünü Türk edebiyatına verilmiş bir ödül olarak değerlendirmiyorum. Çünkü Türk edebiyatı postmodern bir edebiyat değildir. Türk edebiyatında postmodern roman ya da öykü yazan kimse yoktur Orhan Pamuk dışında. Peki postmodern edebiyat nedir? İşte bunu açıklığa kavuşturmak için bu basın toplantısını yaptım. Türk aydını bunu tartışsın istedim.
Türk Edebiyatı postmodern değil moderndir. Örneğin Türk şiiri çok büyük bir geçmişe sahiptir. Batıda henüz daha yazılı şiire geçilmemişken Anadolu’da 12. ve 13. yüzyılda yazılı şiir vardır. Divanlar vardır. Şiir açısından köklü bir geçmişimiz var. Ama düz yazı edebiyatı biliyorsunuz 19. yüzyılın sonlarında başlamıştır. AmaTürk edebiyatı asıl kimliğini Cumhuriyet’ten sonra bulmuştur. Mustafa Kemal’in dil devrimiyle, edebiyata verdiği önemle, sofrasında mutlaka bir edebiyatçıyı bulundurmasıyla...
Mensur şiir Avrupa’da da 19. yüzyılda başlamıştır. Ama mensur şiirin geçmişi doğuda çok eskidir. Muhammed’e kadar dayanır. Örneğin Kuran’ın dili mensur şiirdir.
Mustafa Kemal sayesinde bizim düzyazı edebiyatımız modernleşmiştir. 30’lu yıllardan itibaren Nâzım’lar, Orhan Veli’ler, Oktay Rıfat’lar ve daha sonra gelen şairlerle önce şiirimiz modernleşmiştir. 1950’de de Sait Faik’le hikâyemiz modernleşmiştir. Bugün Türkiye’de modern edebiyat vardır. Hikâyemiz romanımız moderndir. Türk edebiyatı modern hikâye ve romanla ayaktadır.

Emperyalizm tüm dünyada postmodernizm propagandası yapıyor

Ama İkinci Dünya Savaşı sonrası 1950’li yıllardan itibaren Amerikan İmparatorluğu çok bilinçli bir şekilde modernizme karşı postmodernizmi savunmuştur. Hangi postmodern metne baksanız söze modernizm ölmüştür diye başladığını görürsünüz. Dolayısıyla bugün emperyalizmin edebiyatta birinci amacı modern hikâye ve romanı yok etmektir.
Modern romanla postmodern roman arasındaki temel fark modern romanın gerçekçi oluşu, postmodern romanın ise mistik oluşudur. Postmodernizm masala ve efsaneye yeniden dönüştür. Bizde de Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” isimli romanı ile geçmişe dönüş yaşanmıştır. 16. yüzyılda III. Murat dönemindeki Nakkaşların hayatını anlatan bu roman da bir masallaştırmadır. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek yüzünü göstermeyi değil masallaştırmayı amaçlıyor.
Amerika’daki postmodernist edebiyatçılar modernizmi bir yandan dil açısından eleştirmektedir, bir yandan da 20. yüzyıldaki gerçekçi edebiyat eleştirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, bugün modern edebiyatın temel ögesi olan insan, postmodern edebiyatla birlikte temel öge olmaktan çıkarılmaktadır. Onun yerine sanal insan getirilip konulur. Yani geçmişe dönük bir mistikleştirme yoksa o zaman da romanlarda sanal insan gerçek insanmış gibi anlatılmaya çalışılmakta ve sanal bir dünya kurulmaktadır. Aslında yine masallaştırılmaktadır. Tüm bunlarda amaç insanları yaşadıkları günden uzaklaştırmaktır. Gerçeklikten uzaklaştırmak ve gerçekliği örtbas etmektir.
TÜRKSOLU: Postmodern edebiyat anlayışının Orhan Pamuk’un romanları üzerindeki etkisi nedir?

Postmodern anlayış Orhan Pamuk’un dilini mekanik ve anlaşılmaz kılıyor
Demirtaş Ceyhun: Öncelikle, Orhan Pamuk bence edebiyattan lirizmi alıp götürüyor. Duyguyu ve insani ilişkileri azaltıyor. Bunlar yok edilince de Orhan Pamuk’un dili kendiliğinden mekanik bir hal alıyor. Dilin elektriği gidiyor.
Dilde elektrik vardır. Sözcüklerde elektrik vardır. Şiir nedir? Şiir sözcüğün elektriğini okuruna ileten şeydir. Siz bir şiir okuduğunuzda yüreğiniz sızlıyorsa o sözcükle sizin yüreğinize bir elektrik akımı girmiştir. Yani şair veya romancı dili elektriklendiren insandır. Dilin elektriklenmesini sağlayan da insandır.
Ama Orhan Pamuk’ta bu yok. Çünkü postmodern edebiyatta insan yok. Okurların Orhan Pamuk’un kitaplarını “30-40 sayfadan fazla okuyamıyorum” diye eleştirmesinin nedeni işte budur.
Orhan Pamuk’un Türkçesi bozuk diyen birçok kişiye de rastlıyorum. Aslında Orhan Pamuk’un Türkçesi bozuk değildir. Bunun nedeni yaptığı edebiyatın postmodern olmasından kaynaklanıyor. Çünkü Orhan Pamuk postmodern edebiyatı düşünürken Türk okuru için düşünmüyor. Batıdaki, Amerika’daki, Fransa’daki, İngiltere’deki okuru düşünüyor. Yani kolay çevrilebilir ve Batı dillerine rahatlıkla aktarılabilir bir metin yazmak istiyor. Bu yüzden de Orhan Pamuk İngilizce düşünüp Türkçe yazıyor. Türkçesinin bozukluğu biraz da buradan kaynaklanıyor.
Orhan Pamuk Türk edebiyatını temsil etmiyor
Tüm bu nedenlerle bildirimde altını çize çize Orhan Pamuk’a verilmiş bu ödülün postmodern edebiyata verilmiş bir ödül olduğunu belirttim. Üstelik postmodern edebiyatın en iyi temsilcisi olduğuna inanmadığımı da vurguladım. Bugün kendisi de söylüyor zaten, postmodern edebiyatın dünyadaki en büyük ustası Paul Auster’dir. Ama ödül ona verilmiyor.
Bu yüzden Orhan Pamuk’a verilen bir ödül değil ücrettir dedim. Anlattığım gerekçelerle de Orhan Pamuk’un temsil ettiği edebiyat, yazış biçimi, Türkçe’ye verdiği önem, Türkçe egemenliği, Türkçeyi iyi kullanması gibi ögelerinin olmaması yüzünden Türk edebiyatını temsil etmesinin mümkün olmadığını belirttim. Bu nedenle Orhan Pamuk’a verilen ödülün Türk edebiyatına verilmiş bir ödül olması söz konusu değildir.
TÜRKSOLU: Peki, bir Türk romancısının Nobel ödülünü alması çok mu önemlidir?

Nobel Edebiyat Ödülü’nün önemi ve ciddiyeti kalmadı

Demirtaş Ceyhun: Bildirimde de iki şey üzerinde durdum. Bir, Nobel ödülü önemli midir? İki, Orhan Pamuk’un edebiyatı nedir?
Örneğin, Nobel Ödülü nedir onu tartışmak lazım. Nobel Ödülü 1901 yılında verilmeye başlanmış. 1901 yılında dünyada roman yazılan dil sayısı sanmıyorum ki beşi geçiyor. Gördüğüm kadarıyla Rusça, İngilizce, Fransızca, Almanca romanlar var. Onun dışında Japoncada, Çincede roman yok. İtalyanca, İspanyolca çok az var. 6 bilemedin 7 dil, 10 dil oluyor. Ne Bulgarcada var, ne Türkçede var, ne Arapçada var.
Roman yazan insan sayısı da 47’yi bulmuyor. Bilemedin 100 diyelim. Her yıl bu 100 kişinin %10’u roman yazsa 10 roman, 20 roman yayınlanıyor demek. Dolayısıyla o dönemde ciddi bir eleştirmenin yayınlanan tüm bu romanları okuyup değerlendirme fırsatı vardı.
Bugün ise dünyada en az 150 dilde roman yazılıyor. Roman, hikaye yazan insan sayısı da hiç kuşku duymuyorum bir milyona yakındır. Her yılda en birkaç yüz bin roman yayınlanıyor. Yani 150 dilde yayınlanan bu yüz binlerce yeni kitabı bir insanın okuyup değerlendirmesi söz konusu değil. Dolayısıyla 21. yüzyılda uluslararası bir edebiyat ödülü vermenin olanağı söz konusu değildir.
Ne verirsin? Fizik, matematik, tıp ödülü verirsin. Onlara bir şey demiyorum. Üç buluştan bir tanesini tercih edersin. Ama edebiyat eserini değerlendirme olanağın olmayınca ben en iyisini değerlendirdim demek şansına da sahip değilsin. Şunu da diyemezsin ki Nobel Edebiyat Ödülü’ne bundan böyle insanlar kendileri başvursunlar yazdıkları romanlarla. 80 dilde 3-5 bin roman başvursa ne yapacaksın? Değerlendirmenin hiçbir koşulu şartı yoktur. Edebiyat ödülü ulusal olur ancak. Bu bakımdan Nobel ödülünü de gereğinden fazla abartmamak lazım.
Nobel edebiyat ödülünün bir ciddiyeti de yok. Politik olduğu için. Bildirimde örneklerini verdim. Bunun tipik örneklerinden biri Necip Mahfuz’dur. Yıllar önce, “Arka Sokak” diye bir yazısını okumuştum. Ama önemsememiştim. Aradan yıllar geçti. Necip Mahfuz’a Nobel Ödülü verdiklerini gördüm. Şaşırdım kaldım. Sıradan bir yazar. Hiçbir özelliği yok. Dünya edebiyatına hiçbir katkıda bulunmamış.
Üstelik okuduğum roman hem sıradan hem de yanlış bir romandı. Gerçeği anlatmıyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Mısır topraklarında İngiliz ve Amerikan emperyalizmi savaşıyor.
Geçenlerde Bekir Coşkun’un bir yazısında gördüm. Sonra Oral Çalışlar’ın bir yazısında gördüm. Sordum soruşturdum. İlginç. Meğer Mahfuz’a Nobel ödülü verilmesinin sebebi Mısır-İsrail kavgasında İsrail’in yanında yer almasıymış.
Orada Arap-İsrail kavgasında İsrail dersen Nobel veriliyor, burada Ermeni dersen Nobel veriliyor. Sartre onurlu adammış, reddetmiş. Sartre beni kim değerlendirdi diye şaşırmıştır. Çünkü, değerlendirenlerin isimlerini de açıklamıyorlar.
TÜRKSOLU: Sizce Türk edebiyatında uluslararası bir ödül verilmesi gerekse, kime verilmeli?

Holdingler edebiyatı kontrol etmek için yatırım yapıyor

Demirtaş Ceyhun: Bence Türkçede Nobel alması gereken insan Sait Faik’ti. Roman, hikaye ödülü verilecekse Sait Faik’ti. Sait Faik’e verilmemiş. Nâzım’a verilmemiş.
Üstelik, Nobel dünyanın en iyi edebiyatçısına falan da verilmiyor. İlk olarak 1901 yılında verilmiş. Tolstoy 1910 yılında ölmüş. Yani 9 yıl yaşıyor. Çehov 1906 yılında ölmüş. 5 yıl yaşıyor. Çehov ki yeryüzünün en büyük hikâyecisi bence. Tolstoy en büyük romancısı. Demek ki niyetin iyi roman, iyi öykü iyi yazar aramak değil. Senin amacın başka bir şey.
TÜRKSOLU: Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü almasına tepki göstermeniz ne kadar yankı yarattı?
Demirtaş Ceyhun: Şu an Türk edebiyatı yayınevlerinin değil holdinglerin kontrolünde. Bugün bankalar yayıncılık yapıyor. Örneğin, Doğan Holding’in 60 tane kitapçı dükkânı, kitap dağıtım şirketi ve bir yayınevi var. Doğan Holding’in petrol şirketleri, nakliye şirketleri var. Olağanüstü büyük bir holding. Doğan Holding’in genel bütçesi içinde bu yayından para kazandığını sanmıyorum. Kazanıyorsa da genel bütçesi içerisinde bir damla değil. Para kazanmayacak işi niye yapıyor? Propaganda. Bu holdinglere teslim etmiş. İş bankası, Yapı Kredi, Doğan Holding... Kâr amacı gütmeden edebiyatı kontrol etmeye çalışıyorlar.
Her ne kadar holdinglerin yönetimindeki basında yer almasa da gerek edebiyat dergilerinin yansımasıyla, gerek kişilerin iletmeleriyle inanılmaz derecede olumlu tepkiler alıyorum. Anadolu’nun değişik yerlerinden telefon ediyorlar. Biz de katılmak istiyoruz, niye bize haber vermedin diye. Bugüne kadar hiç selamlaşmadığım kişiler telefon ediyorlar. Ankara’dan, İzmir’den, Adana’dan, Eskişehir’den telefon ediyorlar. Biz de imzalamak istiyoruz diye. Bu beni çok mutlu ediyor.

Demirtaş Ceyhun’un hazırladığı imza metni

Gerçekten, 21. yüzyılda yazınsal estetik açısından yapılacak bir değerlendirmeyle hâlâ “uluslararası bir edebiyat ödülü” verebilmenin olanağı var mıdır acaba?
Çünkü, Nobel Edebiyat Ödülü’nün verilmeğe başlanıldığı 1901’lerde dünyada öykü ve roman yazılan dillerin sayısı iki elin parmaklarını doldurmaz, romancı ve öykücü sayısı birkaç yüzü zor bulur, yılda yayımlanan yeni roman-öykü kitabı sayısı iki haneli sayıları geçmezken, unutmayalım ki bugün en az yüz küsur dilde, birkaç yüzbin insan roman-öykü yazmakta ve her yıl dünyada binlerce yeni roman-öykü kitabı yayımlanmaktadır. Bir eleştirmenin bunca dili bilmesi veya bunca kitabı okuyup değerlendirebilmesi bir yana, sanki eskiden dört köşeymiş gibi ağızlarını “dünya artık küreselleşti” diyerek açan aydınlarımızın insanlığı teslim etmeye çalıştıkları bilgisayarların bile bu işi gerçekleştirebilmesi olanaksızdır.
Bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülü de artık yazınsal değeri olan bir ödül değil, hiç kuşkusuz emperyalizmin “toplumları sömürülecek tava getirmekte kullanılan” postmodern medya silahlarından biridir.
Doğrusu, Nobel Edebiyat Ödülü’nün kapitalizmle olan bu gizli çıkar ilişkisini daha ilk yıllarında başta Tolstoy, Emile Zola, Çehov, Lorca, Maksim Gorki, Marcel Proust, Mark Twain, Rilke gibi dünya edebiyatının kurucusu nice büyük yazar henüz hayatta olduğu halde, adı Edebiyat Sözlükleri’nde bile kolay kolay bulunmayan T. Mommsen, Sully Prudhomme, B. Bjornson, F. Mistral, J. Echegaray, G. Carducci vb. gibi yazarlara verilmiş olmasında da bütün çıplaklığıyla görmemek olanaksızdır. Gene, 1953 yılında edebiyatla bir ilişkisi olmayan İngiltere başbakanı Churchill’e verilen bu ödül, örneğin James Joyce, André Malraux, Jack London, Kazancakis gibi yazarlardan esirgenmiştir. Bir Rus yazarı olarak da ilk kez, Ekim Devrimi’ni lanetleyerek kaçıp Fransa’ya yerleşen Bunin’e 1933 yılında verilmiştir. 1958’de de Dr. Jivago adlı romanı henüz Rusya’da bile yayımlanmamışken, İtalya’da Rusçasını bastırıp Boris Pasternak’a vermişlerdir bu ödülü.
Bu yıl da ödülün Orhan Pamuk’un romanlarına verilmesi, bizce Nobel ödüllerinin bu niteliğini bütün çıplaklığıyla bir kez daha gözler önüne sermesinin yanı sıra, asıl modern edebiyata karşı postmodern edebiyatın saldırısına katkıda bulunularak modern edebiyatımızın büyük ustaları Nâzım’ın, Sabahattin Ali’nin, Orhan Veli’nin, Orhan Kemal’in, Aziz Nesin’in, Yaşar Kemal’in Kemal Tahir’in, Sait Faik’in daha nicelerinin halkla ilişkisinin kesilmesine çalışılırken, bir yandan da Hıristiyan Batı’nın Türklere karşı 12. yüzyıldan beri düzenledikleri Haçlı Seferi’nin bu kez Ermeni ve Fransız Parlamentosu görünümlü bir yenisinin Türk kamuoyuna şirin gösterilmesi de sağlanmaktadır. Ama ne yazık ki aydınlarımızın bile büyük çoğunluğu postmodernizmin ne olduğu konusunda pek kafa yormadıklarından, çoğu kişi postmodernizmin gerici emperyalist niteliğini tam kavrayamadığından, modernden de modern olmak sanmaktadır. Nitekim geçen yıl da, Amerikan emperyalizminin NATO aracılığıyla 12 Eylül’de kültür ve edebiyatımıza karşı başlattığı bu postmodern saldırıya karşı düşüncelerimi “Edebiyatımı Geri İstiyorum” başlığı altında kitap halinde yayımlamıştım.
Bu nedenle bir kez daha söylüyorum: Amerikan patentli postmodern romanlarıyla Orhan Pamuk’un modern Türk edebiyatını temsil edebilmesi olanaksızdır. Çünkü, postmodern edebiyat emeğe, özgürlüğe, bağımsızlığa, çağdaşlığa karşıdır ve gelenekçilik adı altında gericiliği savunmaktadır.
Orhan Pamuk’un, bugün postmodern Amerikan edebiyatının en önemli temsilcileri olan Philip Roth veya Paul Auster’e verilmeyen bu ödülle ödüllendirilmesi de zaten Nobel’in yazınsal değil, siyasal bir olgu olduğunu bütün çıplaklığıyla gösterse gerektir.
Tekrar ediyorum; Bu ödül kesinlikle Türk edebiyatına verilmiş bir ödül değil, Orhan Pamuk’a verilmiş bir ücrettir.
KAYNAK: http://www.turksolu.org/119/ceyhun119.htm