14 Kasım 2009 Cumartesi

Fikret / Senem Dere - I

Pencerenin önünde,uçsuz bucaksız uzanan karı seyrederken,çok uzaktan geçen karaltıların ağır ağır ilerleyen dalgınlığında kaybolmuştu.Kim bilir,sonu gelmeyen beyazlıkta yürürlerken nasıl bir karanlık büyüyordu içlerinde.Ya ağır bir hastayı yetiştirmeye çalışıyorlardı,ya da gebe bir kadını.Fikret gözden kaybolmalarını izledi.Üşümüştü.Kalkıp sobaya biraz daha odun attı.Elinde çocukların sınav kağıtları geri döndü.Yine pencerenin önüne yerleşti.Kağıtları okumaya çalışıyor ama bir türlü dikkatini toplayamıyordu.Kar onu ayartıyor,başka bir şey düşünmesine izin vermiyordu.İleride havlayarak koşan kangalların arasında birbirini kızaklarla çeken çocukları belli belirsiz seçebiliyordu.Bazen köpeklerden biri eve doğru iyice yaklaşıyor;Fikret,onun ıslak kocaman burnunu pencerenin yanında görür gibi olu-
yordu.Sonra gene havlamalar çocuk seslerine karışıyor,uzaklaşıyordu.

“Hadi” diyor annesi.”Çabuk!Bakayım,atkını sıkıca bağladın mı ? “Gece,Ankara’nın isli havasını kar temizlemiş.Dört katlı Samur Apartmanı’nın kapıları teker teker açılıp kapanıyor.Merdivenlerde neşeli ayak sesleri,gülüşmeler.Yavaş yavaş apartmanın kadınları,çocukları arka bahçede toplanıyor.Kadınların hepsi hemen hemen aynı yaşlarda.Çoğu bekar.En yaşlıları Hayriye Hanım dışarıya çıkamamış,penceresinden izliyor.Nermin,paltosunun önünü açık bırakmış,Koştukça iri memeleri hopluyor.İlk savaş ilanı ondan.Sonra herkes birbirine kartopu atmaya,çığlık çığlığa karlarla oynamaya başlıyor.Kartopu savaşının en keyifli yerinde birden annesinin tedirgin elini onuzunda hissediyor.Gözlerinde korkulu bir bakış var.”Baban geldi,gidiyoruz.” diyor.Çabuk çabuk merdivenleri çıkıyorlar.Babası her zaman ki gibi masanın başında oturuyor.Annesi hemen mutfağa gidiyor.Açtır.Bir şeyler hazırlayacak.Fikret,salonun kapısının önünde kalakalmış.Babasıyla karşılıklı birbirlerini süzüyorlar.Bir türlü onun bakışlarının ardındakini çözemiyor.Oysa annesinin gözleri berrak sular gibi.Hep çağırır.Babasının gözleriyse bahçedeki eski kuyuya benziyor.Karanlık.Böyle zamanlarda onun oğlu olmadığını düşünü-yor,düşlüyor hatta.Annesinin,eski bir kutunun içinde sakladığı gelinlikli fotoğrafı aklına geliyor.İncecik,yaprak gibi bir adamın kolunda gülümseyerek poz vermiş.Belki de gerçek babası o!O olsaydı…Genzi suçlulukla yanmaya başlıyor,gözleri doluyor.Koşarak odasına sığınıyor.Yine de babasının gergin,
yüksek sesinden kaçamıyor:”Kahretsin yine mi nohut!Tıkıldım kaldım buraya,tıkıldım!”


Sobanın üzerinde kaynayan demlikteki ıhlamurun kokusunu içine çekti.Artık geride bıraktığını sandığı insanların,seslerin,kokuların böyle aniden belirip kendini hatırlatmalarından yorgundu.Her şey o ölüm haberiyle yeniden başlamıştı.Kabuslar,rüyalar,gündüz düşleri…Sonra kar yüzünden tüm yollar kapanmış,küöücük evinin yalnızlığında içinin kalabalığını tüketmek zorunda kalmıştı.Cebindeki dörde katlanmış telgrafı açıp tekrar okudu.”Nevzat Bey vefat etti” “Stop!” “Cenaze,sizden gelecek habere kadar bekletilecek” “Stop” Kalkıp biraz ıhlamur içmek istedi ama üzerine çöken ağırlığı itemedi.Oturduğu sedire uzandı.Sobanın çıtırtılarını dinleyerek uykuya daldı.

KAYNAK: Hülya Saat / Senem DERE / Özgür Yayınları s. 67-68