28 Kasım 2009 Cumartesi

[PAZAR YAZILARI] Yazarlarla Söyleşiler / Adnan BİNYAZAR

Erdem Öztop,200’ü aşkın yazarla yaptığı söyleşiden 19’unu “Kalemler Konuşunca” adlı bu ilk kitabında bir araya getirdi (Cumhuriyet Kitapları).Kitaba önsöz yazan Turhan Günay,bu söyleşilerin,o-
kurlara,araştırmacılara temel kaynak olacağını vurguluyor.

Son yıllarda yaygınlaşan bu tür söyleşilerle,dolaylı olarak,yazarın eleştirisi kendisine yaptırılıyor.Dışarıdan kolay gibi görünen bu söyleşi kuşkusuz,kitabı irdeleyerek okumayı,derli toplu bir sunumu,yazarına yöneltilecek soruları ustaca hazırlamayı gerektiriyor.

Son beş yıl içinde onlarca yazarla söyleşen Öztop,Gamze Akdemir’in bir sorusunu şöyle yanıtlıyor:”Mümkün olduğunca teknolojiyi kullanarak internetten bir dünya arama yapmak zorundayız.Yazarın son dönemde söyledikleri tabii bizim için önemli oluyor.,açılımları onların üzerinden yapmamız gerekiyor.Tüm kitaplarını okuyorum,inceliyorum yazarların.Sonunda notlar alıp sorular çıkartarak yazara gidiyoruz.Yanlızca sorularla da kalmıyoruz,konuştukça laf lafı açıyor sıklıkla doğaçlama olarak da sürdürüyoruz konuşmaları.”

Soru yöneltmenin beceri isteyen aşaması sanırım daha çok doğaçlamalarla başlıyor.İleri düzeyde sunuculuk deneyimi isteyen bu yöntemin,Amerika’da çok ender kişilere uygulandığını TV ekranlarında görüyoruz.

Gamze ile Erdem’in sorularını nasıl özenle hazırlayıp,yazara nasıl bir biçemle yönelttiklerini benimle söyleşilerinden biliyorum.Böyle giderse,sanırım “Edebiyatta Söyleşi” uzmanlığı diye bir dal oluşacak…

Sanatta her yönelim bir gereksinimden doğar.

Söyleşi yeni bir tür değil;yeni olan,bunu yazarı tanıtacak kapsamda düzenlemek.Yine de,umarım,söyleşiyle yetinmek,sık sık gündeme getirilen “şiir öldü,roman öldü” derken,eleştirinin ölümü olmaz!...

Eleştiri ortamının giderek tıkızlaşması kaygı uyandırmıyor değil.Dergilerde yazarlarla ilgili değerlendirmelerin azlığı bu kaygıyı daha da pekiştiriyor.Eleştiri diye yazılanların çoğu,belli kesimlerden yazarları göğe çıkarıp,öbürlerini görmezden gelmekten başka ne işe yarıyor ?...

Edebiyat ahlakını zedeleyenleri ise konu etmek bile istemiyorum.

Edebiyatta yalnızca yazarın,özeleştirel yargılarına dayanarak yorumlarda bulunmak olanaksızdır.Yazar,söyleşide özellikle kurgusal dünyasını anlatırken nesnel sonuçlara varmakta zorluk çekse de,bir bakıma,soruların klavuzluğunda özeleştirisini yapma olanağı buluyor.Ama sorularla yazara özeleştiri olanağı veren içerikli söyleşilerin olsa olsa ileride değerlendirme yapacaklara ipucu vereceği biliniyor.Bu,başkasının bir kitap hakkında kof yargılarda bulunmasına yeğlenmelidir.Söyleşicinin,yazarına soru yönelttiği bir kitabı iyi kavrayıp yazarla kitabı arasında sağlam bağlantılar kurması bu aşamada önem kazanıyor.

Soruların tutarlı,yazarın sorulara yanıtının içerikli olmasının eleştirmenlere yorum kolaylığı sağlayacağı da kesindir.Değerlendirme de nesnel sonuçlara varmanın başka yolu da yoktur.

Eleştirinin “eleştiri olması” da buna bağlı değil mi ?

Söyleşi de yazar-söyleşici-eleştirmen etkileşimi sağlam temellere oturtulmazsa,korkarım,bir ara neredeyse moda olan “nehir söyleşiler” gibi,yazar söyleşilerinin ömrü de uzun olmayacaktır.

KAYNAK:8 Kasım 2009,Cumhuriyet Pazar