26 Eylül 2009 Cumartesi

JORGE LUIS BORGES -II

Bu arada geçimini sağlayabilmek için ailesinden birinin adını taşıyan bir Buenos Aires kütüphanesinde çalışmaya başlayan Borges’in oradaki dokuz yılı mutsuzluk içinde geçti. O yıllarını da şöyle anlatıyor:

Kütüphanede bir şey yaptığımız yoktu. On beş kişinin rahatça yapabileceği bir işte neredeyse elli kişi çalışıyordu. Benim asıl işim onbeş-yirmi kişiyle birlikte, kütüphanenin o güne kadar kataloglanmamış kitaplarını sınıflandırmak ve kataloglamaktı. Ama kütüphanede o kadar az kitap vardı ki, hangi kitabı arasanız herhangi bir sınıflandırmaya gerek duymadan elinizle koymuş gibi bulabiliyordunuz. Bu yüzden de kılı kırk yararcasına hazırlanmış olan bu sistem hiç bir zaman kullanılamıyordu..İlk gün namusumla çalıştım. Ertesi gün iş arkadaşlarım beni bir kenara çekip böyle çalışırsam kendi aylaklıklarının göze batacağını söylediler. “Kaldı ki” dediler “bu kataloglama işinin biz boş durmayalm diye icadedildiğini sen de biliyorsun. İşimizden mi etmek istiyorsun bizi?” Artık biraz gerçekçi olmamı istiyorlardı...”
“Neredeyse dokuz yıl çakılı kaldım o kütüphanede...Dokuz mutsuz yıl... İşin tuhafı o zamanlar bayağı tanınmış bir yazardım. Kütüphane dışında tabii... Çünkü kütüphanede çalışanlardan birinin bana bir ansiklopedide Jorge Luis Borge adını gösterdiğini anımsıyorum; hem adımızın hem de doğum yılımızın aynı oluşuna çok şaşırmıştı...”

1938 yılında babası öldü...Borges ise başındaki bir yaranın iltihaplanması sonucu ağır bir hastalık geçirdi ve bir süre konuşma yetisini yitirdi..
“1938’in Noel arifesinde..babam da o yıl ölmüştü.. ağır bir kaza geçirdim..Merdivenden hızla çıkarken kafa derimin sıyrılıverdiğini hissettim... Kafamı yeni boyandığı için açık duran pencerenin kanadına çarpmıştım. Gerçi hemen pansuman yaptılar ama, yara yine de iltihap kaptı..Bir hafta uyku uyuyamadım. Sabahlara kadar ateşler içinde yanarak karabasanlar gördüm... Bir akşam bir de baktılar konuşamıyorum... Hemen hastaneye yetiştirip ameliyata aldılar, kanım zehirlenmişti. Bir ay kendimi bilmeden hayatla ölüm arasında gidip geldim...Artık iyileşmeye başlamıştım ki bu kez de acaba aklım yerinde mi diye kuşkulandım... O sıralar anneme yeni bir kitap aldırmıştım..Annem kitabı bana okumaya başladı...bir iki gece için için anlayamamaktan korktuğum için okumasını ertelemiştim. okuduklarını anladığımı ayırdedince ağlamaya başladım.. Bu kez de yazamayacağımdan korkmaya başladım.. Bir eleştiri yazmaya kalkar da beceremezsem işimin bitik olduğunu düşünüyordum.. ama daha önce hiç denemediğim bir şey yazmaya kalkıp başaramazsam bunun o kadar kötü bir şey olmayacağını dahası beni kötü sona hazırlayacağını düşünüyordum...Sonunda öykü yazmayı denedim...ve ortaya Quixote Yazarı Pierre Menard çıktı...”

Ancak 1938’i izleyen yıllarda edebiyat türleri arasındaki sınırları zorlayan yeni tarzının başarılı örneklerini verdi...1944’te yayınlanan KURGULAR dizisinde ve 1949’da basılan El Aleph’te, Kafkamsı bir dünyayı betimleyen metafizik öykülerden, gerçekte var olmayan kitapların eleştirilerine kadar her tür yazıyı denedi....Borges gene aynı dönemde Adolfo Bioy Casares’le birlikte, her ikisinin atalarının adlarından oluşturulmuş takma adla dedektif öyküleri yazdı...Öyküler 1942’de DON İSİDRO PARODİ iÇİN ALTI SORUN adıyla yayınlandı... Borges, düş dünyasını ilk kez bu yapıtlarında sergiledi...

1944’de Yolları Çatallanan Bahçe’yi genişletti, adını da ANLATILAR diye değiştirdi..

“Kitaplarım ki (bilmezler benim varolduğumu)
bu yüz kadar parçam benim,
gri şakaklı ve gri gözlü,
sırçalarda boşuna aradığım
ve içbükey elimle izlerini sürdüğüm.
Mantıklı bir acılık duymaksızın
düşünürüm, beni anlatan
asıl sözler benim kim olduğumu
bilmeyen bu sayfalarda, yazdıklarımda değil.
Böylesi daha iyi. Ölülerin sesleri
konuşacak benimle sonsuza kadar.”

Jorge Luis Borge, Juan Peron 1946’da iktidara geldiğinde, daha önce İkinci Dünya Savaşı sırasında Müttefiklerden yana olduğunu açıklamış olduğundan kütüphanedeki görevinden uzaklaştırıldı.. 1946-1955 yılları arasında hayatını kazanmak için yayıncılık yaptı...konferanslar verdi..kitaplarının geliriyle geçinmeye çalıştı....1955’te Juan Peron devrilince Ulusal Kütüphane’nin müdürlüğüne getirilen Borges tam o sıralar , ailesinden gelen bir hastalık sonucu tamamen kör oldu..

“Körlüğüm çocukluğumdan beri adım adım yaklaşıyordu. Ağır ağır inen bir yaz alacakaranlığıydı sanki...Üstelik hiçbir dokunaklı ya da acıklı yanı yoktu bu işin..Aslında 1927’den başlayarak tam sekiz göz ameliyatı geçirdim, ama 1950’lerin sonlarından başlayarak okuma yazma yönünden kör sayılabileceğimi söyleyebilirim. Körlük ailemden geliyor...”

“Bir şiirimde bana aynı anda sekizyüzbin kitabı bahşeden Tanrı’nın bu ironisine değinmeden edememiştim...”

“Tanrı’nın acı alayı bana kitaplarla birlikte geceyi armağan etmesiydi, yalnızca düşler kitaplığında, tan sökümlerinin bağışladığı anlamsız paragrafları okuyabilecek ışıksız gözleri bu kitaplar kentine vermesiydi...Amaçsız adımlarla yüksek ve derin kör bir kitaplığı arşınlıyorum...Atlaslar, ansiklopediler, Doğu ve Batı, hanedanlar ve yüzyıllar, simgeler ve dünyalar, neler sunuyor bu duvarlar... Ama boşuna... karanlıkta ağır ağır, kararsız bastonumla anlamdan yoksun yarıgölgeyi arşınlıyorum...Cennet’i kıtaplık biçiminde düşleyen ben...”


I
Değişen dünya alındı elinden
ve nasıldıysa aynı kaldı yüzler,
uzakta kalan bitişik caddeler,
içbükey mavi, sonsuzdu eskiden.
Kitaplar da alındı,ona kalan
belleğinde, bu unutma şeklinde,
formülü tutan, duyguyu değil de,
ve sadece başlıkları yansıtan.
Yolum bozuk. Attığım her adımda
düşebilirim. Yalnızım.
Kullanıp şiiri, yaratmalıyım yalnız evrenimi...


II
O içbükey asma ve derin sarnıç yanında
doğduğum sene olan 99’dan beri
o parça parça zaman, az kalır hafızada,
hep uzak tuttu benden görünür biçimleri.
Gündüzler geceler sildiler hatlarını
o insani harflerin ve sevilen yüzlerin;
boş yere soruşturdu benim yorgun gözlerim
bomboş kitaplıkları, kimsesiz salonları.
Mavi ile kırmızı sadece bulut şimdi,
ve iki yarasız ses. Baktığım ayna ise
sadece gri bir şey. .....
.....
Şu anda yalnız sarı şekiller var yanımda,
ve gördüğüm kabuslar, baktığımda..
Bana bakan hangi yüzdür bilemem,
aynadaki yüze baktığım zaman;
öyle sessiz yorgun düşmüş öfkeden.
Görünmez çizgilerimi, gölgede,
elimle keşfederim.Bir parıltı
düşer üstüme. Gördüm saçlarını,
kül grisi, hem de altın renginde.
Tekrarlarım yok benim hiçbir kaybım
nesnelerin dış derisinden başka.
ama harfler, güller gelir aklıma.
Düşünürüm, görebilsem yüzümü,
ben kimim bilirdim bu akşamüstü.

“Kör olmanın başka kolaylıkları da var.. Ben kimi armağanları gölgeye borçluyum. Anglosakson dilini, eski İzlandaca’nın önbilgilerini, birçok cümlenin bir çok dizenin, birçok şiirin verdiği keyfi ve sanki meydan okuyormuş gibi, bir ikiyüzlülükle, Gölgeye Övgü adını verdiğim bir kitap yazmış olmanın sevincini....”

“Körlüğün ilginç sonuçlarından biri de yavaş yavaş serbest vezni benimsemem oldu. Aslında körlüğün, yeniden şiir yazmama yol açtığı da söylenebilir. Karalama yapma olanağından yoksun kaldığım için belleğe dayanmak zorundaydım. Şiiri akılda tutmak düzyazıyı akılda tutmaktan daha kolaydır.; tıpkı kurallara dayalı şiir biçimlerini akılda tutmanın daha kolay olabileceği gibi. Yolda yürürken ya da metroya giderken bir soneyi kafanızda oluşturabilir, üstünde oynayabilirsiniz... Çünkü uyak ve ölçü belleğe yardımcı olur. O yıllarda on bir heceli dörtlüklerden oluşan düzinelerle sone ve uzun şiir yazdım...”

Aynı zamanda Buenos Aires Üniversitesi İngiliz ve Amerikan Edebiyatı profesörü olan Borges’in yapıtlarının yazılmasını annesi, sekreteri ve arkadaşları üstlendi...1955’i izleyen yıllarda artık kendine özgü bir tür haline gelen tarzında, fantastik ögeleri gittikçe ağır basan kitaplar yayımlamayı sürdürdü.. DÜŞ KAPLANLARI(1960), DÜŞSEL VARLIKLAR KİTABI(1967), BRODİE’NİN RAPORU(1970) gibi kitaplarında düzyazıyla şiir arasındaki sınırı neredeyse tümüyle kaldırdı...BRODİE’NİN RAPORU ‘nda ve KUM KİTABI’nda (1935) , okurlara, iç dünyasının derinliklerindeki labirentleri keşfeden bir bireyin, karmaşık imgelemi ile yalın bir masal dilini birleştiren alegorik öyküler sundu...

KAYNAK: www.yazimhane.com