13 Eylül 2009 Pazar

ŞİİR DÜZERKEN KAHKAHA ÇİÇEKLERİ ÜRETMEK!

ŞİİR DÜZERKEN KAHKAHA ÇİÇEKLERİ ÜRETMEK!

(Sözden Söze / Zeynep Oral)

Can Yücel,merhaba…Nasılsınız,iyi misiniz?...Bu günlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
İki insan karşılaştığında hal hatır sormak için söylenen bu sözlere gümbür gümbür yanıt gelmeye başladı.

“Kendimi zaman zaman pek kötü hissediyorum.,zaman zaman da çok fiyakalı bir adam gibi…
Kendimi nasıl hissettiğim havaya bağlı,yaptığım işe bağlı,bulunduğum yere bağlı,arkadaş ihaneti ve dosluğuna bağlı,yazılarımın düzeltilecek denli güzel olmasına bağlı,çiçeklerin açması,kelebeklerin uçması,kuşların ötmesine bağlı ve sevişmeme bağlı…”

Son iki sözcükte gözlerime bir soru işareti takılmış olmalı ki Can Yücel fırsatı kaçırmadı:
“Arada kaçamak yaparım ya,bunun hiç önemi yok.Babam bana “Sen tek karıyla yaşamaya mahkumsun” derdi.Güler’le yaşıyorum.Çok da seviyorum.(Güler Can Yücel’in 1956’dan beri eşi,Hakan,Su ve Güzel adlı çoçuklarının annesi.)Kendi içimden gelen bir güdüyle bir kadını,tek kadını sevmenin,büyük dikkat ve yoğunluk isteyen ve mutluluğu çağıran bir yaşam tarzı olduğuna inanıyorum.Yani ben Muhammedi değilim,bu açıdan,İslamiyetten ayrılıyorum.Dört değil,tek kadınım var.”

Bu konuyu kapıyoruz sandım…Hayır,henüz kapamıyormuşuz:

“Benim sevişmede dikkat ettiğim şu:Sevişme dokunma olduğuna göre,dokunmayı yüceltmeli,düşünce tarzına dönüştürmeli.”

Bir an durdu,üzerine basa basa ekledi:
“Temas,en büyük düşüncedir.Bu,tekraren yaşanan düşüncedir.Tekrar edilmezse zaten yaşanmaz.Temasın,sevişmenin,düşüncenin hayat tarzına çevrilmesi tekrarına bağlıdır.Yani müzik gibi bir şey!Her zaman sevdiğim şeyleri,sadık bir köpek olduğumdan,tekraren sevmişimdir.Tıpkı Bach gibi…
Söylediklerim çocuk eğitimi içinde geçerli.Çocuk eğitiminde,tekrar çok önemli.Çocuk nasıl tekrarla eğitilirse,organlar da tekrarla eğitilir.”Demek sevişmenin tekrarında yarar vardır.”

Merhaba deyip,röportaja paldır küldür girmemiz ve sevişme üzerine düğümlenmemizin,önlenemez hercailiğini ortadan kaldırmak için olsa gerek,”sevişme…yani aşk…öyle mi?” diyecek oldum.O koca davudi ses dolu dolu bir kahkaha attı:

“Vallahi,bu işte rivayet muhtelif!” diye kahkahayı noktalayıp,sözü sürdürdü:
“Benim gördüğüm aşk sevmekten başlayan azgınlıktır.O kadar çok sevmek ve azmak lazımdır ki hiçbir boğa seni tutamasın,hiçbir toreador sana kırmızı şal gösteremesin…Evet aşk kendine mahsus bir boğa güreşidir.Picasso dahi bunu çok iyi bilir.”

Bir yandan onu dinliyorum,bir yandan kafamda evirip çeviriyorum:Yeryüzünde çocuk eğitimiyle sevişmek arasında paralellik kurabilecek herhalde tek insan Can Yücel.”Bugünlerde nasılsınız?” sorusunu Bach,Picasso ve Hz. Muhammed’ten geçerek,boğa güreşleriyle,özür dilerim,yani “aşk”la yanıtlayacak çok insan yok galiba…Benim röportajın başı sonu,sağı solu altüst olmuş durumda.Önceden hazırla-dığım tüm soruları bir yana bıraktım..Pupa yelken Can Yücel’in peşine takıldım.
“Kendimi nasıl hissettiğim çalışmama bağlı demişti.Çalışma dönemleri de böyle fırtına gibi mi gelip gidiyor?

“ Yoo,ben muntazam bir adamım.Şimdi şiir yazmada intizamım var.Hep şiir düşünüyorum…
Ben ki,büyük planlarda,İşçi Partisi döneminde on yıl şiir yazmadım…Şimdi ciddi olarak çalışma olanağım var.Rahatım yerinde.W.B.Yeats’in dediği:Ben gençken ilhamım ihtiyardı.Şimdi ben ihtiyarım,ilhamım genç…”

“Şimdi rahatım”ın ardından gelmişti:”Eskiden babaanneme anlatırdım.Bak şimdi,şu yazıdan elli lira kazanacağım,ötekinden şu kadar… diye.Kadıncağız kahkahalarla gülerdi.Hiçbiri doğru çıkmazdı.Para kazanmak için birtakım işler yaptım.,tercümeler,fıkra yazarlığı.Ama aldığın para para değil.,ekmek parası bile değil.Peki nasıl geçiniyorum:Ankara ve Dragos’taki babaevlerini sattık,Kuzguncuk’ta ev aldım.
Artık babam sayesinde parasızlıktan şikayetim yok.Nuh Kuşçu’dan daha iyi durumdayım.Türkiye’deki ekonomi politikadan para geldi.Bu heriften istemezlerdi ama,güttükleri enflasyon politikasıyla bana para kazandırdılar.”

“Şimdi ben ihtiyarım,ilhamım genç”…Notlarımın arasında çizmişim bu sözün altını…İlham ya da esin dediğimiz şey,peri padişahının kızı değil ki genci,yaşlısı olsun…Esin,olsa olsa Can Yücel’in dediği gibi,”şiire temel olan şiir güdüsü,şiir gücü,etleşmemiş şiir düşüncesinden başka bir şey değil.Bu güdü,bu güç,bu düşünce,çalışarak geliştirilir;bu güdü,bu güç,bu düşünce insanın kendi içinde hazırlığına ya da hazırlıksızlığına bağlı,insanın kişiliğine bağlı.”

Can Yücel’in 1946’dan bu yana yazageldiği kitapları önümde.(“Yazma”,”Sevgi duvarı”,”Bir Siyasinin Şiirleri”,”Ölüm ve Oğlum”,”Rengarenk”,”Gökyokuş” ve “Canfeda”…) Tüm şiirlerini toplu olarak yeniden yeniden okuyorum.Ve herbirinde şairin yaşı kaç olursa olsun ilhamının ne denli “genç” olduğunu görüyorum.Çünkü onun ilhamı yaşanılandan,yaşamakta olduğundan başka bir şey değil.Kişiliğiyle,engin kültür birikiminin getirdiği çağrışımlarla,dil ustalığıyla yoğunlaştırdığı yaşamın ta kendisi.

80 sonrasında,”Şili’deki Tencere’ye”,”Tencere dibin kara/Seninki benden kara” derken,ya da “Shakespeare Üzre”,”Türkiye’nin Manimarkası’nda bir şeyler kokuyor / Kimine göre tuz,kimine göre et,/
Hamlet!/Hamleet! Diye seslenirken de;”1972 Yazı”nda “(…) Garson dedim,bana biraz sabır ver /Allah’
tan isteyeceğinizi benden istiyorsunuz paşam,dedi /Öyleyse bir Allah ver,dedim / Gitti,bi daha da gelmedi “ derken de Can Yücel’in ilhamı hep genç.

Can Yücel’le şiir üzerine konuşuyoruz.Şiirin bütünlüğünü oluşturan dili ve ayrılmaz nitelikleri olan ironi,humor ve başkaldırı üzerine konuşuyoruz.Ama her birinde “babam” sözcüğü o kadar sık geçiyor ki…
“Dil” diyorum…”Ben dili babamında dahil olduğu Dil Kurumu planında görmedim” diye söze başlıyor…

“Başkaldırı” diyorum…”Böyle bir memlekette böyle bir babadan doğduğun zaman…” diye söze başlıyor….

Evet,en iyisi şu baba işini halletmek!
(Hala bilmeyen var mı ? Can Yücel yazar,felsefe ve edebiyat öğretmeni ,Maarif Müfettişi,Milletvekili,Milli Eğitim Bakanı ,Konservatuvar ve Köy Enstitüleri ve Tercüme Büroları kurucusu Hasan Ali Yücel’in oğlu)

“Babam bana garip düştü…Böyle bir memlekette,böyle bir babadan olduğun zaman Atatürk ideolojisinin bünyesinde yaşadığını yavaş yavaş kavrıyorsun ki,bu iş temelde yeterli hal çaresi değil.”

Can Yücel’in bunu kavraması ve başkaldırıya sarılması 1942-43 yıllarına rastlıyor.Yani yirmili yaşlarının başına.Ama daha önceye dönecek olursak:

“İlkokul üçteyim.Küçücük çocuk.Boğaziçi okulunda okurdum.Evden yolladılar.Leyli yollandım.Hem aynı şehirde oturacaksın,hem de okula leyli yollanacaksın.Çok bozuldum,çok üzüldüm.Evde,ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım.”

Karşımdaki kocaman Can Yücel,şimdi küçücük oluverdi.Ve o “çok bozuldum” büyüdükçe büyüdü.Peki çok üzülüp,çok bozulup da ne yaptı?

“Hiiiç.Benimsedim.Herşeyi benimsediğim gibi…Futbol vardı,futbol oynuyordum…İyi bir futbolcu olacaktım.Nasıl gol atacağım hala rüyama girer…Zaten şiirde de hep nasıl gol atacağımın peşindeyim ya!”

Futbol ve gol atma sayesinde tam okula ve leyliliğe alışmıştı ki…”Haydi Ankara’ya!Babam vekil oldu.Annemin başına şapka kondu,doğru Ankara’ya…Annem Romanyalı,mahzun kadın.Çok güzel. Boy:1.80.Müthiş şevkatli.Babamın zamparalığı malum.Metreslerini –bu söz kadına ayıp ama- işte onları eve getirir.Hepsi uzun sürer.10 yıl aynı kadın…Annem hep kabullenir.Annem hepsine göğüs gerer.Annem aşık babama…Babam tatlı herif,bütün bunları idare eder.Kırkından sonra kabakulak oldu,…kalk-madı ya,o da başka…Yahu babam haklıydı da.Babam hep seferberdir.Herkesi çalıştırır.Kendi de çok çalışır….İt.Serseri.Çok da severim o serseriyi,o tatlı herifi!Annemin aşık olmamasına imkan yok.Ben de aşıktım ona aslında…Birden terslenir.Öyle insan canlısı ki.Annem peşinde pervane.Bir de dedem var,
telgraf nazırı Ali Rıza Bey…”

(Öyle dolu dolu anlatıyor ki,durdurmaya,kesmeye kıyamıyorum.)

Dedem babama kızıyor.Kemalizm meselesi.Dede,Mevlanakapı tekkesi müridi,ney üfler.Babam da orada yetişti.Babama kızıyor,annem şapka giyiyor diye anneme kızıyor.Sonunda evi terk etti.Atatürk düşmanı.Ben 8 yaşında falanım.Hep herifle kavga ediyoruz…(Bir dakika şimdi bu hangi “herif?” Tüm sevdiklerine herif diyor da…Baba mı,dede mi?)Dedem.Bir tekme indirdim,hiç unutmam.Kavga ediyoruz ama çok da seviyorum herifi.Kemalistim diye bana kızıyor.Şu Kemalizm bana dedemi doğru dürüst sevdirmedi…Babaannem de bir harika.Türkçeyi ben ondan öğrendim.Dede evden gitti,küs…Ben dedeyle babaanaeyi barıştırdım.İkisini bir hastanede buluşturdum,ikisini öpüştürdük.Anti Kemalist olarak döndü,’bu Can’da iş var’ dedi…En çok babaannemle babamı sevdim…Nesil dalgaları bunlar…”

Şey…Annenizin başına şapka ve haydiiii Ankara!Okul durumları ne oldu?

“Ankara’da Taşmektep.Ahır gibi.Futbolda yok.Üstelik vekil oğlusun.Hiç sevmedim…Ortaokul bitti…Atatürk Lisesi.Aynı numara.Orayı da sevmedim.”

Ve babasının önayak olduğu klasik şube.”Harikaydı.Harika kadro.Nurullah Ataç,Cevdet Kudret ders veriyor.Nazım okuyoruz.Dünya edebiyatını tanıyoruz.Latince öğreniyoruz.Sekiz öğrenciyiz.Gazi Yaşargil’de orada.Gazi çok çalışkan,bize karışmaz.Orada komün kurduk.Harçlıklarımızı komüne verip para biriktiriyoruz.Dışarı gitmek için.Sonra tüm topladıklarımızı Gazi’ciğimize verdik,onu dışarı yolladık.”
(Çok sonraya sıçrayıp bir ayrıntıyı belirteyim:Can Yücel’in büyük oğlu Hasan’ın yurt dışındaki yüksek eğitimini yıllar sonra,o Klasik Şube’deki can dostlarından biri Gazi Yaşargil üstlenecekti.)

“ Ben babama hep posta koyuyorum.Tek parti numarası vardı ya.Utanıyorum senden derdim.
O da niye utanıyorsun diye çıldırıyordu.Arabasına binmezdim.Öyle bir gerginlik işte.Sonunda beni Cambridge’e postaladılar.(Yıl 1946)Bu da çılgınlık.Ben Dil Tarih Fakültesi’nde Almanca öğrenmiştim,Alman edebiyatını biliyorum,İngilizce bilmiyorum.Niye yolluyorsunuz Cambridge’e.Çılgınlık işte! Züppelik!

“Cambridge’de Allah muhafaza,kuş gibiyim.Ben de hayatta kuş gibiliğine razı değilimdir.Bütün Katolik papaz çocukları benim Latince’min on mislini biliyor.Ben de kafayı modern tarihe taktım.Bertrand Russel derse gelir.Ama hem kuş gibiliğe,hem de ukala İngiliz numaralarına yokum.Ayrıldım,Linkfield’a gittim.Bülent,Rahşan orada.Ali Neyzi,Yavuz Bayraktar orada.Havuzlu,tenis kortlu lüks evlerde oturuyorlar amayemek yiyecek paramız yok.Babam geldi ziyarete.Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz…Londra’da,resim tarihi öğrenmek için ‘Court of Institude of Art’a gidiyorum.Orada bizim ressamları buldum.Avni,Bedri Rahmi’ler,Selim,Şadi Çalık,,İlhan Koman.Orada hem eğlendik,hem öğrendik.Arada şişeye giriyoruz…”

Can Yücel anlatırken araya girmek çok güç,neredeyse olanaksız ama burada dayanamadım:Ne demek şişeye girmek?

“Hani reklam için.Karton levhalar takarlar önüne arkana,yürüyen reklam olursun.Para kazanmak için.Sonunda babadan emir geldi,memlekete dön diye.Oysa ben Paris’te patatesle idare ediyordum.”

Emre uyup döndüğünde yıl 1950.”Döndüğümde…”(noktasız sürdürüyor Can Yücel anlatmayı. “…Babam mebusluğu kaybetmiş.Boyuna imtihan kazanıyorum ama işe alınmıyorum.Sonra Güler’le evlendim.(Yıl 1956) Güler’i Şair Nigar Sokağı’nda İlhan Koman’ların evinde buldum.Aşık oldum.Pek severim karımı haa!”

Bir çırpıda girip çıktığı işleri anlattı.Hindistan sefaretinde çalışırken verem olduğunu;1957’de Londra’ya BBC’ye gidişini;dönüşünde,Marmaris’te turizm şefiyken,palmiyelerin kesilmesine engel oldu diye,bina yapılacak yere Atatürk büstü koydurttu diye,kafasına şemsiye vura vura onu nasıl bezdirdikle-
rini ve Marmaris’ten tüyüşlerini anlattı…

Can Yücel,şiir diyorduk…

“Bir kez,gözaltındayken,hayatını anlat dediler,bir başladım,nasıl susturacaklarını bilemediler,sonunda …tir ol deyip kovdular!”

Gözaltında herkesi konuşturmak için baskı yaparlar.Can Yücel’i susturmak için yapmalarına şaşmamak gerek.Bayılıyor yaşamı oluşturan o minicik anlara ve yaşamı zenginleştiren binbir ayrıntıya!

Ve bakmayın demin araya girip tepki gösteremediğim “babamdan utanıyorum”a falan,o en çok babasını sevdi.”Hayatta ben en çok babamı sevdim” başlıklı şiiri okumadan şunu da eklemeliyim:Hayatta en çok bir de Güler’i sevdi.Bir de Hasan’ı,Güzel’i,Su’yu…(Tüm şiirleri onlarla dolu.)

Hayatta ben en çok babamı sevdimKaraçalılar gibi yerdenbitme bir çocuk / Çarpı bacaklarıyla – ha düştü,ha düşecek - / Nasıl koşarsa ardından bir devin / O çapkın babamı ben öyle sevdim / Bilmezdi ki oturduğumuz semti / Geldi mi de gidici – hep,hepp acele işi- / Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi /
Atlastan bakardım nereye gitti / Öyle öyle ezber ettim gurbeti / Sevinçten uçardım hasta oldum mu / Kırkı geçerse ateş çağ’rırlar İstanbul’a / Bi helalaşmak ister diğ’mi,oğluyla /Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu / Ohh dedim,göğsüne gömdüm boynumu / En son teftişine çıkana değin / Koştururken ardından o uçmaktaki devin / Daha başka tür aşklar,geniş sevdalar için / Açıldı nefesim,fikrim,canevim / Hayatta ben en çok babamı sevdim.”

Can Yücel,şiir ne zaman başladı?

“ İlk şiirimi on yaşında yazdım.Babamın metresi olan hanımın yuvasındaydım.Yuvada bir çocuk öldü.Çok üzüldüm.Arkasından şiir yazdım.”

“Şiire babamın yardımı çok oldu.Hep şiir çevresindeydim.Babam okur,babaannem okur…Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana…İlgiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım.Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim.Cahit’le,Orhan’la…Bu arada insan şiiri kaybedebilir de.Ama temelde şiir güdüsü yatıyordu.Dili iyi biliyorsan,şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın.”

“Goethe der ya:Dil orman gibidir.Ağaçlar çürür,orman kalır.Biz de ağaçları kesmeye kalktılar.Biz de katıldık buna.Hala kahroluyorum.Yanlıştı.Sadeleştirme meselesi,o bütünlüğün içinde sözcükleri,tümceleri nereye oturttuğunun hesabını vermek meselesidir.Türkiye kendi içinde bünye halinde gelişiyor.
Kötü yanı,bu bünye çok milliyetçi,çok İslamiyetçi bir gidişte.Biz akıllıca sentaksı kurabilirsek,’dur’ noktasını buluruz.Şimdi ‘dur’ deme noktasındayız.Türkçeyi konuşamıyoruz,öğrenemiyoruz.Evren basın toplantısında “Türk milleti huzur ve sükuna müstehaktır.’ Diyor.Olmaz böyle Türkçe…”

Aman konuyu dağıtmayalım şiir ve dil konusuna baştan başlıyoruz:

“Oktay Rifat’ın söylediği gibi:Kelimeler günlük konuşma ve iletişimde yıpranırlar.Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır.Şiir,kelimeleri bu galaksiye iade etmektir.Bu arada kurulan güzellikler,bütünlükler büyük bir ‘happening’ olur.”

“Şiir gürültüden müziğe geçmektir.Şiir evrenin – bak kainatın demiyorum – içinde büyük seslerin,molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü,bu bütünlüğün müziğidir.Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır.Kosmostan aşağı şiir yazılmaz.Üst tarafı minördür…Harika o ki,insanlar kendi adlarına değil,
kainat adına yazarlar.Bütünselliğin dışında şiir yoktur.Hayat ve ölüm de bütündür.Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır.”

“Hani La Fontaine’de ‘Dağ fare doğurmuş’ ya…Diyelim Cilo Dağı.Habire duruyor.Değişmesi çok zor.Rüzgarlarla,sellerle,yıllarla değişecek.Birdenbire Cilo Dağı fare doğurmuş.Mühhiş bu.Fare müthiş.
Dağ kıpırdayamıyor,fare kıpırdıyor.Dağ yürüyemiyor,fare yürüyor.Dağ koşamıyor,fare koşuyor!İşte şiir mucizesi de böyle.Dağın fare doğurması gibi.Doğan fare şiirdir.Düşün koskoca Habsbourg imparatorluğundabir serseri Mozart çıkıyor..İmparatorluğun yapamadığını yapıyor…İşte şiir böyle bir faredir.Ve
Millet korkuyor bu fareden! “

Can Yücel şiirinde humor ve ironi de o bütünlüğün parçaları.O konuda ne diyecek?

Yüzü yine kahkahayla aydınlanıyor:

“Bak biz evde kahkahayla yaşardık.Gece geç gelip sabaha dek babamla konuşur eğleniriz…Humor bir sığınma mekanizmasıdır.Savunma ama,bir baskaldırıya,bir saldırıya dönüşür…Hani idam edilecek adam,,tam sehpadayken,’bu bana iyi bir ders olacak’ demiş ya!İşte öyle…

“Çok ağır geçen hayatımızın içinde,ironi,bütünselliği bozmayacak ana çaredir.Bir direnç kahkahasıdır.Bence kahkaha çiçekleri yaratmak Baudelaire’in ‘Şer Çiçekleri’den daha iyidir.Hiç olmazsa kahkaha çiçeklerinden L.S.D. yapılır.”

Yanlız humor’du,ironi’ydi,bizim hükümetler bu işlerden pek hoşlanmıyor.Can Yücel’in bir de tutuklanıp iki buçuk yıl hapis yatması var.Düzeltti.”Şiirden değil,çeviriden yattım” diye.
“İki çeviri yapmıştım.Biri Che Guevera’nın ‘İnsan ve Sosyalizm’iöteki ‘Gerilla Harbi’.İkincisi üç bölümden oluşuyordu.Guevera’nın,Mao’nun ve bir Amerikalı generalin günlüğünden.Amerikalı general kontra-gerillayı anlatıyor.Dava dört yıl sürdü.Amerikan general yüzünden mahkum olduk.Adamın sicilini öğrendim.Parlak bir sicili varmış.Telgraf çektim:Sayın General sakın buralara gelmeyin142’den sizi bekliyorlar diye…Ya işte Amerikan general yüzünden ben yattım.Bu da CIA’nın en güzel oyunudur.İki buçuk yıl yattım…”

Sonra:Af bir atıfettir / Şartı bunun nedamettir / Nedamette hıyanettir / Hıyanette fazilettir, / Fazıleti faşizmin…/ Bunlar eveleye,geveleye böyle / Eninde sonunda Af’fı verecekler bize / Amaaaa/Biz onları,biz
onları affetmeyeceğiz,azizim…”

1974’de yayınlanan “Bir Siyasinin Şiirleri “ kitabındaki şiirler,o iki buçuk yılın ürünü.Hani diyordu ya:Yaşamak istiyorum / Yaşamayı bu soğumuş cehennemde / Ölü bir dost gibi içim titreyerek düşünmek değil /Yaşamayı yaşamak istiyorum / (…) Bu damsız damda / Bu Havvasız havada / Saf şair olamıyor adam / Sökmüyor sırf şiirsel yorum. / Hani ben artık şarkı söylemek değil,şarkı söylemek istiyorum diyor ya Nazım,/ Ben de artık şiir düzmek değil,şiiri düzmek istiyorum./ Yaşamayı yaşamak istiyorum demiştim. / Neylersin ki bu damda bu dem / Ayaklarımla uyaklarımda zincir,/Böyle topal koşmalarla geçiyor günlerim, / Oysa – methetmek gibi olmasın kendimi ama - / Yaşamım benim engüzel şiirim.

Çeviriden girmişti içeri.

Çeviri deyince.Can Yücel’in “Özü çevirmek”ten yana olduğunu biliyorsunuz değil mi?”Salozun Mavalı” (P.Weiss),”Sırça Kümes” (T.Williams),”Güneşin Çocukları” (Gorki), “Bahar Noktası”(Shakespeare) oyunlarını izlediyseniz,”Her Boydan” kitabındaki çevirileri okuduysanız,biliyorsunuz.

Şiirimizin asi çocuğu Can Yücel,(bunu kim söylemiş,başkası mı,ben mi,bilmiyorum) kendini uygunsuz diye tanımlıyor.(Gavurcası,”Non-Conformiste).

Uygunsuz…Hani gazetelerde uygunsuz biçimde yakalandılar denir ya,öyle…Ben insanlara baktığımda sezgiye bakarım.İyilerini ararım.Doğrusu ben insan görmek bulmak istiyorum. Asilik aslında bir asalettir.Şairler asildir.Aristokrat olmadan elbet.İnsanın iyisini-yemeğin,içkinin iyisini seçmek gibi bir asalet vardır.Yoksa insan yaşayamaz.İşte benim asiliğim bu!Bu memleket paçavra olsun istemiyorum,hepsi bu.Şimdilik bu memleket,kadrosuz kız bisikleti gibi.”

Can Yücel,kavgacı mısın?

“Değilim.Bazen düşünüyorum.,hani insanın içinden gelir ya…Bu herifler denizi kirletiyor,rüşvet veriyor,hırsızlık ediyor,kızıyorum…Bir arkadaşın hıyarlığına,aptallığına kızıyorum…Bir çocuğun adam olması lazım,olmamış kızıyorum.Kitap bulamıyorum kızıyorum.Babama kızıyorum.İçki içiyorum diye kızıyorum,memlekete kızıyorum,niye daha iyi adam olmadım diye kızıyorum…Kızıştırmak için değil:Ama heyecan,’heylican’ olsun istiyorum.Patlasın istiyorum!Sigortalar atsın istiyorum!”

Heyecan ya da ‘heylican’ dışında özlemlerin var mı?

“Hiç yok.Evimdeyim,tavuklar geliyor,ağacı görüyorum,sabah olmuş,ne özlemim olsun ki…”
Sevinçlerin neler?

“Geçen hafta kızı evlendirdik.Nikah kıyıldı İzmir’de.Sonra Efes’te Igor Oistrach’ı dinlemeye gittik.Güzel (Can Yücel’in kızı) de geldi gelin elbisesiyle.Gürer Aykal’ın çiçeğini verdi.Gürer’de ona buketini verdi..İşte bu benim için en büyük sevinç…”

Can Yücel’in her doğan günle kendine ve çevresine yeni sevinçler ürettiğinden hiç kuşkum yok,nedense.Ya bugün.Bugünün sevinçleri ne?Bugünü anlatır mısın?

“Bu sabah yatağımda uyandım.Taktuk taktuk’la uyandım.Tamirci gelmiş.Yanımda Güler.Onun yüzünü okşadım,elini okşadım.O taktuk bile güzel geldi.Çay içtik.Su uyandı.Benim nah şu giydiğim gömleği ütülediler…Evden çıktım.Yolda elektrikçi nerelerdesin dedi.Sonra başkasına rastladım…Sevinçliyim.Buraya geldim…”

Ben sormadan o söyledi:”Sevinç şiire bağlıdır.Tüm şiir,birer sevinçtir.Ağıt bile sevinçtir.Paco de Lucia sevinçtir…Sevincim her gün değişiyor.Bir numara,bir kahkahayla günüm aydınlanıyor.Evimin yanına çocuk parkı yaptılar,sevincim arttı…Çocuklarım sakat doğmadı,onla-rı kaybetmedim.Sevinçliyim.Daha ne isteyeyim ki..”

Galiba çok iyimser bir insan Can Yücel…

“İyimser değilim.Hatta kötümser bile sayılabilirim.Ama kainatın da kendisi olan umut yok edilemez.O olmasa yaşanır mı?

Ya düşler?Düşlere yer var mı?

“Ben hep iki tür düş görüyorum.Ya futbol düşleri – şuradan pas verdi,oradan karşıladı,gole gidiyor falan diye,ya da erotik düşler…

Peki yaşlılık korkusu?Ölüm endişesi?

“Yaşlılık…Siroz işi başladı.Karaciğer büyüyor.Bütün gayretime rağmen Kemalist olamıyorum.Ölüm:ölmekten değil,ölümün acısı olmasından,işkenceden korkuyorum.Ölüm
içimizdedir,her doğan çocuğun içinde.Ölüm bütünselliktir.Bu bütünselliği bozacak,beni parçalayacak acıdan korkuyorum.Türkiye’deki durum malum…Ama artık korku olmaktan çıktı.
İnsan ezici,bütünselliği bozucu her şeyden nefret ediyorum.Yavaş yavaş ölümle anlaşmak istiyorum.Ama acı çekeceğimi bilirsem bu işi temelden hallederim.Hemingway gibi…”

Tanrı korusun.Ama Can Yücel böyle gümbür gümbür şiir düzdükçe,gümbür gümbür sevdikçe,sevindikçe,yaşamın her anından kahkaha çiçekleri ürettikçe,karıncaya dokunamayan Can Yücel,ölümü öldürür demeyeceğim,ölümle öyle bir dost olur ki,kimse,hiçbir şey onun bütünlüğünü parçalayamaz.

( 15 Temmuz 1988)

Zeynep Oral / Sözden Söze