10 Eylül 2009 Perşembe

Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar / Pakize Barışta

Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar / Pakize Barışta

Jale Sancak,İstanbul’u damardan yakalamış;sokağın dilini,mahallenin bin bir katmanlığı,deyişin bıçkın falçatalı renklerini,devrimin ve aşkın nasıl körleştirildiğini heyecanlı ve ateşli bir ıslık diliyle taçlandırılmış.


Edebiyat,dişidir.Dişi olduğu için bu kadar kapsayıcı ve tahammüllüdür ya zaten.Hem şefkatli hem de hüzünlüdür aynı zamanda.

Edebiyatın türküsü yanıktır,hissiyatı alevlendirir.Aklın zorbalığını yumuşatır.

Edebiyat,insanın gözü,kulağı,sözü olduğu gibi,bir kentin de ruhu,nabzı,rengi ve kokusu olur.

Zaten kentler de dişi değil midir ?

Erkek kent düşünülebilir mi hiç ?

Mesela İstanbul…bıçkın bir dişi,yüz kırk cilveli(Stinpolis,Konstantinapolis,Asitane,Novaroma,Dersadet,Antoninya,Konstantiniyye, İslambol,Belde-i Tayyibe…bunlar cilvelerden bazıları) adı olan bir güzel,edebiyatın kaynaklarından biri olan unitas-multipleks bir rahimkent değil midir ? Neredeyse dünyanın,Anadolu’nun farklı kültürlere sahip bütün kadınları bu kentte bir araya gelip bir olmamışlar mıdır ?

Jale Sancak’ın yüz kırk adlı İstanbul’u Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar’da konuşuyor adeta;İstanbul Jale Sancak’a hikayelerini aktarması için el vermiş sanki.

İstanbul konuşuyor…Bulutları şiirleşiyor,martıları kanatlarıyla sesleniyor…yokuşları ağıt yakıyor,hayalleri trajedileşiyor,tutunmaya çalışanları feryat ediyor,taşının ruhu inliyor,denizinin renkleri senfonikleşiyor,Kule sakinlerine selam durmak için eğilirken,bin yıllık bir tekerleme şarkı söylüyor,binlerce
isyanın mirasına sahip mahallelerinin renkleri seslenerek sokak aralarında kayıp gidiyor…velhasıl bir Sulukule’nin kelamı İstanbul’dur.

Bütün bunlar ve diğerleri,İstanbul’un diğer nameleri,on sekiz kısa hikaye içinde yazar tarafından mükemmel bir biçimde ve gerçek popülerlikten hiç taviz vermeden edebileştirilmiş bence.

Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar’da Galata,Tarlabaşı,Kulaksız,Hasköy,Nişantaşı,Fener,Çarşamba,Sulukule,Gazi Mahallesi,Bağdat Caddesi,Yeldeğirmeni,Kuzguncuk,Ortaköy,Etiler,Küçükarmutlu,Laleli, Hacı Hüsrev ve Kadırga,kitabın kahramanları adeta.Her biri kendi dilinden konuşuyor;damıtılmış hayatın özüyle hal hamur olmuş bir popüler dil biçimlenmiş,Jale Sancak’ın İstanbul edebiyatında.

Jale Sancak İstanbul’u damardan yakalamış;sokağın dilini,mahallenin bin bir katmanlılığını,deyişin bıçkın falçatalı renklerini,devrimin ve aşkın nasıl körleştirildiğini,heyecanlı ve ateşli bir ıslık diliyle taçlandırmış;dört imparatorluğa ana rahmini sunmuş bu tanrı kenti seslendirmiş.

“Nazdrovya!Hadi Nazdrovya!Lila Leyla’nın odasında gece yarılarına kadar içiliyor böyle.İstanbul kanına girmiş bir kere,puslu dumanlı İstanbul.Adamın teki,Leleli de tezgahtar,feleğin çemberinden geçmiş,şeytana papucunu ters giydirmiş,öyle biri.Giderek Lila’nın hayatındaki bütün herifleri devre dışı bırakmış,sonra kadının iliğini,kemiğini sömürmüş,sonra da karısına dönmüş.Racon mu böyle ? Her terk edildiğinde Moskova’yı özlüyor Lila Leyla,çocukluğunu,komünizmi,karda yürümeyi…Istanbul’a pek kar düşmüyor.Jale Sancak’a göre İstanbul’dan kaçamazsınız,adım başı hikayedir burası.

Tanrı Kent’in gerçekliği,Jale Sancak’ın kitabında yer verdiği şairlerin edebi gerçekliğiyle de dile getiriliyor.Örneğin Orhon Murat Arıburnu’nun şu dizeleriyle:

“Lalelim /Lalelide oturur / Laleli lale kokar lalelimden / Laleliden geçilir / Lalelimden geçilmez.”

Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar’ın ilk hikayesi olan Galata,kısacık sayfalara sığdırılmış,hem gökyüzünden,hem de sokaklarından,sokak taşları üzerinden kayarak gezinen bir kuş,bir insan,bir kadimlik ve bir edebilik…

“Banklarda bir iki ihtiyar;güz başlangıcı;meydan şimdilik sessiz;martı küçük,yorgun kanatlarında binlerce kanatla kulenin etrafında dönüpdurmakta.Galata’ yı yeniden yazacaksın.İlkin bir tiyatro metninde Kule’nin bütün serüvenini onunla anlatmıştın.Sonra bir öykünün yalnız,yaralı başkahramanlarından biri oluvermişti.Gök yakut bir akşamüzeri yorgun kanatlarını dinlendirdiği bu şehirden bir daha ayrılamamış,aşağıda Karaköy’deki limanda bıkıp usanmadan sevdiği adamın dönüşünü bekleyen genç bir kadına aşık olmuş,bu yüzden soyundan kovulmuştu.Pek çoğu gibi bu da umarsız bir aşktı.Kimileyin kanatları ağırlaşıyor,onları taşıyamaz oluyor,çakılmaktan korkuyor,buna rağmen vazgeçmiyordu sevmekten ve beklemekten.Kule’nin eteklerinde yeniden birliktesin onun küçük ak kanatlarıyla.”

Jale Sancak’ın edebiyatı aslında dili kazıyan,yani pek çok nedenle – ki bunların içinde sistemlerin çabaları da var - üzeri örtülmüş,gömülmüş bir halk dili keşfine çıkmış.Değer arayan bir edebiyat bence.Özle biçimin,içeriğin bağrında buluşup yeşerdiği bir ifade biçimi;dilin ritmi zorlanmadan su gibi akıp gidiyor.Hikayelerin kısalığı okurun muhayyilesini uzatıyor ve genişletiyor.İstanbul zamanının dilimleri,yitirilmiş gibi gözüken ama aslında diplerde her zaman yaşayan zamanlar olarak kalıyor ilelebet:”Öykü ve Hayat…Kurgu ve gerçekle birliktesin.Dille ve dilsizlikle.Dönüştürenle ve dövüştürenle.Tutkuyla ve öfkeyle.

Jale Sancak’ın yazısı da her an yeniden keşfedilmeyi hak eden İstanbul kadar derin bir edebiyata sahip bence.

Tanrı Kent ve Yitik Şarkılar / Jale Sancak / Turkuvaz Kitap 160 s.

KAYNAK: K Dergisi ,24 Temmuz 2009,Yaz Özel Sayısı,sayı 147