19 Eylül 2009 Cumartesi

YAZARLAR VE EVLER / Gürhan Tümer

YAZARLAR VE EVLER / Gürhan Tümer

Nermi Uygur’un Soruları

Doğrudan,düpedüz ve yalın olarak,Ev başlığını taşıyan denemesinde ,”Nerde başlar ev,nerde biter ?Ne olmazsa ev olmaz ?” diye sorar Mermi Uygur.

Zor sorulardır bunlar.Kırk yıldır bir evde yaşamış olsanız da;mimar olarak,kırk yıldır bir çok ev tasarlamış,inşa etmiş olsanız da,o soruları,sular seller gibi kolaycacık yanıtlayamazsınız.

Uygur,sözünü edegeldiğim denemesinin bir başka yerinde de şöyle der:

“Her yapı ev değildir.Evce bir yönü vardır gene de her yapının […]İşçilerin bir bakıma evidir fabrika.Yemek yemek için kurulup düzenlenir lokanta;aşevidir ama lokantanın öbür adı.Kimsenin evi sayılmasa da,han,otel her konuğun evi olabilir.Kervansaraylar yolcuların eviydi eskiden.”

Haklıdır denemeci,çünkü bugün de,Anadolu’nun herhangi bir yerinde,sözgelişi Kütahya’da,“Kütahya Palas-Kütahya’daki eviniz tabelasını taşıyan otelde geceleyebilirsiniz.

Ziya Osman Saba’nın Çok Nostaljik Evi

Ziya Osman Saba’nın doğrudan,düpedüz,yalın olarak,Ev başlıklı bir denemesi vardır.O denemenin küçük bir bölümünü aşağıda aktarıyorum:

“Ön bahçenin parmaklık kapısını itip çimento yolda ilk birkaç adımı attıktan sonra,yaylı kapının arkamdan hep o ‘şırak’la kapanışını,çimentoya süs diye çizilmiş çizgileri tanır gibi olurken mi duyacağım ? Yoksa mevsimlerden bir eski bahar olacak da,önce durup kapının iki yanındaki ikiz ağaçların yeni açmış leylak kokularını mı koklamak isteyeceğim ? Veya,geçmiş günlerden biri sona ermeye yüz tutmuş bulunacak da,Şerif Ağa’yı […]her zaman ki iskemlesinde akşam sefası eder mi bulacağım ? Artık o kadar gerimdeki yıllardan hangi yıl,hangi mevsim,hangi gün geri dönebilecek de beni o deniz kıyısındaki evin kapısına böyle bırakacak ? […] O evin kapısını,taşlığını geçtikten sonra ,birinci kata götüren merdivenlerini bir sabahın sevinci ve canlılığı içinde çıkmak isterim.

Abdülhak Şinasi Hisar ve Bığaziçi Yalıları

Evlere böyle duygusal,bu kadar nostaljik bakanların,Abdülhak Şinasi Hisar’ın kitaplarını,özellikle de eski zaman köşkleri’ni,Boğaziçi Yalıları’nı mutlaka okumaları gerekir;çünkü o kitaplarda şöyle satırlar vardır:

“Eski Boğaziçi’nin yalıları güya hendesi bir hesap neticesi değil de,bir kalbin temayülleri,bir hevesin alakaları,bir vücudun hastalıkları,bir ömrün tesadüfleri ve bir nasibin tecellileriyle hasıl olmuş hissini veren;büyümüş,ihtiyarlamış,pörsümüş,solmuş,rengi uçmuş,kısmen göçmüş,kadit olmuş,su ile şişmiş,bir yanına yatmış veya ilk gençliğin enkazı üstüne yeniden boyanmış […],akraba veya yabancı;hep canlı mahluklar gibi görünürler.hep bir ruh,bir hürriyet ve bir hayat ihtiva ederlerdi […] Bütün bu yalılar eski Boğazici hatıralarını sayıklarlar;içlerinde çok ihtiyarlamış bazıları da geçmiş bütün bir ömrün destanını anlatır gibi mahzun görünürlerdi.”

Gaston Bachelard,Düşlerimiz ve Evlerimiz

Posta ve telgraf idaresinde çalışırken,matematik dalında yüksek eğitim gören Gaston Bachelard daha sonra felsefeye ilgi duymuş,1940-1954 yılları arasında,Sorbonne’da ders vermiş ve çok sayıda kitap yazmıştır.

Bu kitaplardan biri,La Poétique de l’espace (Mekanın Poetikası) ev konusunu, ev kavramını,Mahzenden Tavanarasına Ev,Ev ve Evren gibi başlıklar altında,oldukça kapsamlı bir biçimde işler.

Aşağıdaki kısa alıntı,Bachelard’ın evler ve düşler arasında kurduğu ilişkiyi açık seçik bir anlatımla ortaya koymaktadır:

“Ev bize hem dağınık imgeler,hem de bir imgeler bütünü sağlar.[…] Evimiz bizim dünya köşemizdir.Bizim – sık sık yinelendiği gibi – ilk evrenimizdir […] Ev,düşü barındırır,düş kuranı korur.
Ev,dinginlik içinde düş kurmamızı sağlar[…] Ev olmasaydı,insan dağılıp giderdi.Ev,düşü barındırır,düş kuranı korur.Ev,dinginlik içinde düş kurmamızı sağlar.Ev olmasaydı,insan dağılıp giderdi.Ev,insanı gökten inen fırtınalara karşı koruduğu gibi,yaşamında yaşadığı fırtınalara karşı da ayakta tutar.Aynı zamanda hem beden,hem ruhtur.İnsan varlığının ilk evrenidir.”

Evleri Birşeylere Benzetmek

İnsanoğlu,birşeyleri birşeylere benzetmeyi sever.Divan şairleri,sevgililerin dudaklarını kiraza,gözlerini bademe,boyunu selviye benzetirler.Nazım Hikmet’e göre ise,Anadolu Yarımadası bir kısrağın başına benzer.

Kimi yazarlarda,evleri birşeylere ya da birşeyleri evlere benzetirler.Örneğin James Joyce’un ünlü romanı Dublinliler’de,Thomas Malone Chandler,Gırathan Köprüsünden aşağıya baktığında gördüğü evleri ,”paltoları kir ve kurum kaplı bir serseri çetesine”;Emile Zola,Le ventre de Paris (Paris’in Karnı) adlı romanında,kentin Haller bölgesindeki kimi sokakları hamile kadınlara;Rönesans mimarı Andrea Palladio,I quattro libri dell’architettura (Mimarlık Üzerine Dört Kitap) adlı yapıtında,evi küçük bir kente;Henri Bosco ise ,esen büyük bir fırtınaya kahramanca karşı koyarak,içinde bulunan kişiyi koruyan evini anaç bir dişi kurda benzetir

. Efsanelerdeki Masallardaki Evler

Homeros,İlyada’da gerçekten yaşanmış bir savaşın öyküsünü anlatır.Ama bu yapıt,bir tarih kitabı değildir,bu yapıt bir destandır.Onun için de,efsanelerle,mitolojik kahramanlarla,insanların yanında savaşan;savaşın yazgısını belirleyen Zeus’la,Hera’yla,daha birçok tanrıyla,tanrıçayla doludur.

Homeros,bu çok ünlü destanında,evlerden de söz açar.Bu evlerden biri,Troya kralı Priamos’un evidir.Homeros,İlyada’da şöyle anlatır bu yapıyı:

“ Sonra vardı [Hektor] Priamos’un çok güzel evine, / tam elli tane oda vardı orda, / cilalı taştan,yan yana odalar, / Priamos’un oğulları yatardı asil karılarıyla.Avlunun öbür yanında,karşıda, / kızlarının odaları vardı iki tane / cilalı taştan,yan yana,düz damlı.”

Bu dizelerde,gerçekliğin ağır bastığı söylenebilir.Oysa aynı yazar,öteki ünlü destanında,Odysseia’da bir başka evi,Phaiaklar kralı Alkinoos’un konağını,daha coşkulu,daha masalsı bir üslubla anlatır:

“Bu ara Odysseus’da gitti Alkinoos’un şanlı konağına, / giremedi içeri,gözleri kamaşıverdi, / durakaldı tunç eşiğin önünde, / ulu canlı Alkinoos’un yüksek çatılı sarayı / ışıldıyordu güneş gibi,ay gibi. / Tunç duvarlar uzanıyordu iki yanda, / girişten,ta içerilere kadar, / kuşaklar vardı bu duvarlarda,mavi mineden, / altın kapılar açılıyordu sağlam evin içerisine doğru, / eşikleri tunçtan,şöveleri gümüştendi, /iki yanları ve kapı tokmakları altından.”

Kimi masallarda karşımıza çıkan evler,iyiden iyiye ilginçtir.Örneğin,Grimm kardeşlerin derledikleri masallardan birinde,iyi yürekli bir ninecik,bir gecede hiçbir eksiği olmayan kocaman bir saray inşa eder.

Şu satırlar ise,asıl adı Charles Lutwidge Dodgson,asıl uğraş alanı matematik ve mantık olan,ama bu yönleriyle değil de,yazdığı masallarla tanınan Lewis Carol’ün,Alice’s Adventures in Wonderland (Alice Harikalar Ülkesi’nde ) isimli masalından alınmıştır:

“Alice pek o kadar uzun yürümemişti ki Mart Tavşanı’nın evi gözüktü.Bunun tavşanın evi olacağını tahmin etti,çünkü evin bacaları tavşan kulağı şeklindeydi.






Şiirlerdeki evler

Ev vardır,dağın tepesindedir;ev vardır,denizin kıyısındadır,evlerinkimileriKahramanmaraş’tadır;kimileri Kopenhag’da.Kimi evleri ise şiirlerin dizelerinden başka hiçbir yerde bulamazsınız.Yani,eğer o şiirler,o dizeler olmasaydı,o evler de olmayacaktı.

Örneğin,Hacıvat’ın çok sevdiğim evi böyle bir evdir:

“Hacivat’ın evi / Köşede ufaraktan / Bir tüfek atımı duraktan / Kapı pencere elekten / Döşemeler zemberekten / Dökülmekten / Sökülmekten / İncelmiş süprülmekten.”

Elekten pencereleri,zemberekten döşemeleriyle,Hacivat’ın evi,bu türün çok özel bir örneğidir.Ama daha başka şiirler,o şiirlerde daha başka evlerde vardır.Örnekse işte Yusuf Ziya Ortaç’ın Evim;Behçet Necatigil’in Evler başlıklı şiirleri;İlhan Berk’in Ev başlıklı şiir kitabı ve o kitaptaki ev şiirleri.Berk,o kitabında,evleri oluşturan çeşitli öğelerin,kapıların,pencerelerin,duvarlarında şiirini yazmıştır.SabriEsat Siyavuşgil’in de,Odalar ve Sofralar başlıklı bir şiirininde bulunduğunu hemen belirteyim.

Mark Twain’den Bir Ev Şakası

Asıl adı Samuel Langhorne Clemens olan bu Amerikalı yazar,The Adventures of Tom Sawyer (Tom Sawyer’ın Maceraları) ve The Adventures of Huckleberry Finn(Huckleberry Finn’in Maceraları )
başlıklı kitaplarında,çocukluk ve gençlik serüvenlerini anlatır.Bunlar nostaljik yapıtlardır.Ama bilindiği gibi Mark Twain’in asıl özelliği,usta bir mizahçı olmasıdır.Aşağıdaki örnekte yazarın bu özelliği ,konumuz bağlamında açıkça ortaya çıkmaktadır.Şöyle ki;

Tevrat’a göre Tanrı dünyayı altı günde yaratmıştır.Anlaşılan,bu süre yeterli değildir.,yaratılış aceleye gelmiştir,bu nedenle de dünyamız binbir kusurla doludur.Bizler,o kusurları düzeltebilmek için
sürekli çalışmak zorundayızdır.Benzer biçimde evlerimizi yaparkende aceleci davbranmamalıyız,yoksa bir takım gerekli şeyleri yapmayı unutabiliriz.Yine Mark Twain’in vurguladığı üzere,bu eksiklikleri daha sonra tamamlamak çok daha pahalıdır.

Aziz Nesin: Maçinli Kız için Ev

Bir mizahçıdır Aziz Nesin.Ama onun bu öyküsü hüzünlü bir öyküdür.

Adamın biri,”iki buçuk katlı”,”pencereleri panjurlu”,”her katında küçük balkonları olan”,alt katı taş,üst katı ahşap bir ev yapmıştır.Adam bu evi sevgilisine armağan edecektir,çünkü sevdiği ve onu severmiş gibi davranan bütün kadınların düşlerinde ev sahibi olmak vardır.Ama adam,bu kadınlara,
böyle bir armağanı hiç veremez.Veremeyince de ,”çıtır sesli”den “çilli yüzlü”ye,”en kültürlü”den,”Maçinli”ye,bütün sevgilileri onu terk ederler.

En sonunda anlaşılır ki,gerçekte ne “çıtır sesli” vardır,ne Maçinli.Dahası ,”öyküdeki pencereleri panjurlu” ev de düşten başka bir şey değildir.Onu,ne yapılırken,ne de yapıldıktan sonra gören yoktur;öykünün kahramanı olan adamdan başka:

“ Adam,yaptırdığı o güzel,sevimli eve gitti.Anlatılmaz bir şaşkınlığa uğradı.Ev yoktu.Çiçeklerini açmış erguvan ağaçları da yoktu.Nerdeydi,ne olmuştu eve ? Ne ev,ne eşya,ne bahçe,ne ağaçlar,hiçbiri yok.Evin temel izleri,evden kalmış tek iz,tek im bile yoktu.Evin temel alanındaki düzlükte ,hiç bozulmamış ve çiğnenmemiş çayır otları vardı.”

Aziz Nesin’in Maçinli Kız için Ev öyküsü şöyle sona erer:

Saçları ağarmış adam oralardan uzaklaştı.Maçinli Kız’la birlikte yaşadıkları eve dönmekten korktu.Nasıl bir yıldan uzun bir zaman çalışarak kurduğu o güzelim ev yoksa ,kimbilir belki Maçinli Kız da yoktu.”

KAYNAK:SÖZCÜKLER DERGİSİ,SAYI 8