26 Ekim 2009 Pazartesi

Fakir Baykurt'un Konuşmalarından





 “Benim dilim sadece kitaplardan öğrenilmiş değildir. Evimizde, köyümüzde, Türkçenin olduğu her yerde çocuklardan, kadınlardan, okumuş okumamış halkımızdan emdiğim Türkçe’dir benim dilim. Halkımın göğüsleri bereketle dolu olduğu için, ben de onu eme eme büyüdüğüm için, gürbüz bir yazar olabilmişimdir...”

 “Bakın ben aklıma, gönlüme uygun bir tek sözcük yaptım, o da varsıl’dır. Bir arkadaşım vardı; kızı annesinden çay isteyeceği zaman “Çaysadım!” derdi. Susadım demiyor muyuz; onun gibi. Tırpan’ı yazarken, “ yoksul” karşıtına ille “zengin” mi diyeceğim, “varsıl” geldi kalemime; hemen öyle yazdım. Sonra baktım, başka arkadaşlar da kullanıyor...”

 “Bir sanatçı olarak yazar, anlayabildiğime göre, günün her saatinde ve her yerde, dünyaya yazmak diye bir tutkuyla bakar. Sürekli bir uyanıklık içindedir.

 “1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır...”

 “Dikenlerin arasından gelmiş bir yazarım ben. Yüzyıllarca karanlıkta bırakılmış köylerin birinden, Akçaköy’denim. Ailem yoksuldu. Kırk bayır kırk iki dönüm toprağımız vardı. Birkaç yerde anlattım, anam babam okuma yazma bilmiyordu. Köyümüze geçten geç açılan ilkokul yalnızca üç sınıflıydı. Evimizde bir tek kitap yoktu. Cumhuriyet beni götürdü, açtığı Köy Enstitüsünde eğitti, öğretmen yaptı; elime kalem verdi yurdun yazarları arasına kattı. Şimdi düşünüyorum, yokluktan geliyorum.”

 “Almanya’ya göçmemin iki nedeni var; Biri can güvenliğimin yok olması. İkinci, 1963’te Amerika’dan dönerken bir hafta aralarında kaldığım işçilerimizin yaşamını daha yakından görme isteği...”

 “Ben 1971 12 Mart’ında iki kez gözaltına alındım ve tutuklandım. Yattım içerde. Yargılanmam dört buçuk yıl sürdü. Sonunda aklandım. Yattığım yanımda kar kaldı. 12 Eylül 1980’de Almanya’daki yazınsal incelemelerimi sürdürürken, şimdi Marmaris’te resim boyayan generalle arkadaşları darbe yaptı. Dönsem tutuklanacağım. İçinde yazınsal sevdası olan insanlar için cezaevleri uygun yerler değildir. Döneni içeri atıyor dönmeyeni yurttaşlıktan çıkarıyordu. Ben çıkarılmadım, belki ünümden çekinildi. Bu koşullar yüzünden dışarda kalışım uzadı. Yazılarımı, kitaplarımı orda yazdım. Burada yitirdiğim öğretmenliği orada sürdürdüm.”

 “Hareket noktam çoğunlukla ‘yaşam’dır. Yaşam’dan aldığım ‘deney’ ve etkilenim’leri, düşüncelerim ve inançlarımla emiştirerek yazmaya yönelirim.”

Yazdıklarım

Biraz daha ayrıntıya girelim. Ne yapmak istedim ben? Köyün, köylülerin yaşamına ışık tutmak. Bunu sanatın gereklerini, her iyi yazarı birinci derecede ilgilendiren sanatsal kaygıları göz önünde tutarak yapmak istedim. Toplumda hiç konuşmayan ya da yeni yeni konuşmaya başlayan bir katmandı biz yazmaya başladığımızda köylüler. Özellikle kadınların ağızları var, dilleri yok gibiydi. Hepsinin eline vur, lokmasını al. Giderek her şey gibi bu da değişti. Köylüler de konuşmaya başladılar. Kadınların dili çözüldü. Edebiyat dünyamıza yeni yeni kadın erkek tipleri, karakterleri girdi. Bilincini belki daha tam olarak bulamamış, ama onu sürekli olarak arayan insanlardı benim insanlarım. Bu dünya güzel, yaşamak tatlı, ama toplumun düzeni alabildiğine bozulmuş, kurallar köhnemiş. Kurtulmak için, düze çıkmak için ne yapmak gerekir? Kurtuluşun ilk adımı “Ne yapmak gerekir?” sorusunu sorabilmektir. Önce el ve göz yordamıyle, sonra ışıkla, aydınlıkla bulmağa başladılar aradıklarını. Şimdi, yaptıkları üretime dayalı olarak ve gerçekten düze çıkabilmek için siyasal savaşıma da yöneliyorlar. Bu savaşımda öncüleri hangi sınıftır, yandaşları kimlerdir, kimlere güvenebilirler, kimlere güvenemezler, nasıl örgütlenmeliler? Bunları araştırıyorlar. Benim yazarlıkta en kaçındığım nokta, kuruluk ile doğru yanlış bir takım savsözlere takılıp kalmaktır. Bunları yeğleyen arkadaşlara bir şey demiyorum., ama kendim yeğlemiyorum. Ben sanata şiirden geldim. Etli, kanlı canlı bir anlatımı aradım hep, arıyorum. Edebiyat doğru, etkileyici, yararlı, ama aynı zaman da güzel de olmalıdır. Güzellik deyince ille burjuva güzellikleri anlaşılıyor. Ne yanlış! Bütün toplumsal sınıfların özgün güzellik anlayışları vardır. Benim sınıfımın, katmanımın güzellik anlayışı da ona göre. Yazdıklarımızı kentsoylu arkadaşlar beğenmiyorsa buna aldırmam. Beğenirlerse aldırırım bilgiçlik başka, bilmek başka. Neredeyse bizi sürüp çıkaracaklar yazı alanından. Daha önce de söyledim, bu alan geniştir, daha çok yazarı, ozanı yutar... Olduğum yerde çakılıp kalmadım, geldiğim yerde de kalamam. Bunun için yazılı ve sözlü geniş bir kültür birikimimiz olduğuna inanıyorum. Halkımızın dil ve anlatım gücü, Türkçenin bağrında saklı olanakları son derece boldur. Bütün bu olanakların ortasında, bu anlayışla yaptığım çalışmaları yetersiz buluyorum. En iyi, iyinin düşmanı. Yazdıklarımdan çok yazacaklarıma güveniyorum. “Fakir Baykurt’la Konuşma”, Alpay Kabacalı, Milliyet Sanat Dergisi, 12.6.1978, s.281

 ...Yorulmadım hiçbir zaman O yoksul sevgili gibi dağ başlarında Karda kalmış, darda kalmış yolcular için yazmaktan

 Yaşam, bilinçten bilinçaltına iner. Orada mayalanır, dinlenir, değişir. Etkisi derin, yankısı geniş toplumsal olayların 8-10 yıl geriden gelerek romanlaşması bu yüzdendir. Bilinçaltı birikiminin değişerek bir biçim bulması, bir sanatsal anlatım biçimine erişmesi şipşak olmaz. Hatta sadece bir fışkırma da sayılmaz, “birdenbire”lik yoktur onda.

Akan ve akmakta olan yaşamı, bilinçaltından ve bilinçten geçirip dışa vurma işidir roman. Hem bireysel, hem toplumsal boyutları olan bir yazı türü. Bir imbikleme... pembe beyaz yapraklardan gülsuyu ve gülyağı çıkarmak gibi.

 ... ne tümden bilinçaltı fışkırması, ne de yalnızca bilinçli bir çabadır roman.

 “ ...Ben günlük tutmam ama not tutarım. Bir sürü gereci, ayrıntıyı: çağrışım, gözlem, dinleme, duyma yoluyla ufak ufak kağıtlara yazar biriktiririm. Biçim ararım...”

 “...Dikkat ettiğim noktalar vardır. Adına kadar, kişi adı, yer adı, romanın adı; hepsi inceden inceye düşünülmüş olmalı derim. Hiçbir sorunun çözümünü raslantıya, gelişigüzelliğe bırakmak istemem... bir romanım ötekine benzemesin isterim. O yüzden kılı kırka yararım... Her ayrıntı çağrışımla, her çözüm konuşup görüşmeyle gelmez. Aylar süren okumalar gerekir. Köygöçüren için uzun uzun, yer altı suları, Orta Anadolu iklimi, sondajcılık, sulu ve kuru tarım konularını inceledim, pekçok rapor okudum. Amarikan Sargısı ve Kaplumbağalar için üst üste gezler yaptım. Yayla için Tarih Kurumuna, müzelere gidip geldim, arkeoloji çalıştım. Hastanelerde gözlem yaptım. Dağlarda, yaylalarda yaşadım. Uzaycılık üstüne kitaplar okudum. Bunlarsız olabileceğini sanmıyorum...”

 “...Dünyada ve bizde gençlik adaletsizliğe baş kaldırmaktır. Onu “Demokratik Üniversite!” “Halka dönük üniversite !” haykırışlarının altında yatan temel istek, bu yamuk, bu adaletsiz durumun değiştirilmesidir.
Üniversiteler, bunlara eğilmediği, bunlara çözüm aramadığı için gençlerin sabrı taşmış, sonunda sokağa düşmüş ve eyleme geçmişlerdir. Bu anlaşılmadıkça, bu değişiklik yapılmadıkça,gençliğin bilime ve tarihe uygun savaşı sürüp gidecektir. Bu yüzden biz gençlerimizi anlamakta onları doğru yolda görmekteyiz. Bunu copla, gaz bombasıyla, durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Bunun bir tek çaresi vardır.O da devrimdir. Devrim, tarihsel koşulların olgunlaştığı dönemlerde olur. Tarihsel koşullar olgunlaşmamışsa devrim olmaz...” TÖS 2. Olağan Genel Kurul Toplantısı 7 Temmuz 1969 - KAYSERİ
KAYNAK:http://tr.wikiquote.org/wiki/Fakir_Baykurt