6 Ekim 2009 Salı

JORGE LUIS BORGES -IV

Borges; “Bir gelenek taklit edilmemelidir.Aksine sürmeli ve verimli olmalıdır.Canlı ve kesiksiz bir değişim içinde olmalıdır ve bu değişimle zenginleşmelidir..” der..

Her ne kadar edebi anlayışında bir evrim görülüyorsa da, yazarı tanımada ilk öyküleri, son işlediklerinden daha az önemli değildir. Çünkü, ilk ve son dönem eserlerinde büyük bir fark gözlenmez. Borges’de izlekler, yazısını oluşturan genel konular ve kavramlar pek değişmezler : İnsan varlığının sanrılı niteliği; somut dünyanın aldatıcı doğası; tüm mantıklı düşüncenin kaçınılmaz göreliği; sonsuzluk ve sonsuz olasılık; en küçük olgunun tüm evreni içerdiği düşüncesi; aklımızdan geçen her şeyin gerçekten yaşandığı ya da yaşanmasının mümkün olduğu düşüncesi.. her insanın bir başkası , hatta tüm başkaları olduğu inancı; başka bir yanılsama olarak zaman ..” döngüsel zaman “ ve “ebedi tekrar” insan deneyimlerinin sayısının engin de olsa sınırlı olduğu gelecekte tekrar yaşanabileceği, anlık mistik içgörüler ve kavrayışlar; ve en anlamlısı hiç eksik olmayan labirent simgesi...

Borges’in okurunun işleyebileceği yanılgıların başında, kurguların çarklarını söktükten sonra “ilginin tükeneceği” inancına saplanmak gelir..

O’nun kullandığı düşsel edebiyat, gerçeklerden kaçmak için değil, gerçeğin daha karmaşık bir biçimini açıklamak için kullanılır.. Bu kurguların özdeğinde görünüşte nihilist bir ileti algılıyoruz: mantıkla yönetilen, töresel ve zihinsel düzeyde değişmez görünen, bizim içinde yaşadığımızı sandığımız dünya; gerçek değildir...Saçma, karmakarışık, ve hepimizin yalnızca düşlerde gördüğü ve düşlerimizin direten kargaşası sayesinde varolan dünyanın, önüne geçmeye çalışan bir insan icadıdır...

Gerçeğin görünümü bir maskedir..Ve Borges bu maske aracılığıyla çok daha kaygı uyandırıcı bir karabasanı esinler. Bu nedenle “Borges metinlerini” kelimesi kelimesine okuyup; nihilizmini, yapıtının son aşaması olarak görmek yanlıştır.. Kurgularının ortaya koyduğu evren, kaostan oluşmaz,olumsuz bakışı yalnızca görünümler dünyası için geçerlidir.Okuyucu, kabuğun altında gizli ve derin gerçeğe ulaşma yetisine sahipse, kuşkusuz farklı bir görüş edinecektir. Borges’in amacı, basit görünümlerden daha gerçek bir şeyi açığa çıkarmaktır.Bir putu, gerçekliği kabul edilmiş bir şeyi yıkıp, yerine bir başkasını dikmek ona göre değildir.

Borges’in öyküleri, bizi yalnızca saymaca olabilecek kesin bir gerçeğe ulaştırmaya çalışmazlar, aksine kurgunun içinde bizi, dünyayla ilişkimizi oluşturan özden farklı olmayan ve onsuz gerçek diye bir sözcüğün varolamayacağı yanılgıya sürüklerler...Gerçek olan tek bütünlük, bizi bütünüyle yanılsamaya düşürendir...

Borges; yıllar boyunca, adım adım, dev ve hassas, eşsiz ve garip yapıtını işler. Eserlerinde binlerce yıllık geçmişle yepyeni izlenimler karışırlar. Batı ve Doğu ruhlarını birleştirir, gerçek ve uydurma tüm edebiyatları ve tüm felsefeleri bilen usta ve kurnaz deha, görünümlerle ve sezilen gerçeklerle oynayarak, ışığın tan sökümüyle, gerçek imgenin aynadaki yansısıyla karıştığı, basit olasılıklardan oluşan bir evren yaratır.

O’na göre;

“Tüm yeryüzü bir simgeler oyunudur...ve her şey bir başkası anlamına gelir...Hiçbir yapıt gizemi, her zaman pek yakın ve erişilmez olan, bu birleştirici görüşün; derin ve dehşete düşürücü gerçeğini onun kadar iyi betimleyemez. Şaşırmak, saçma bir şekilde bu dünyaya yabancı düşen şeyleri gördüğünü sanmaktır.Oysa hiçbir şey olağanüstü değildir. Çünkü evrenin kendi içinde çelişkiye düşmesini engellemek bizim olanaklarımızın dışındadır..Elimizden gelen tek şey şaşırmak ve şaşkınlığımızın yeryüzünde yeri olmadığını bilmektir. Borges’in eserleri bu tuhaflığı abartarak yüceltir, çoğaltır...ve gizlice çürütür...”
“Uzun bir düş gibi tasarlanmış yaşam, belki de düş görenin olmadığı bir düş...kendi kendini düşleyen bir düş, öznesiz bir düş.....”

“Sustu, silindi
karanlığın örttüğü
bir kuşun sesi.
Geziyorsun bahçende.
Biliyorum, bir şeyi özlüyorsun.

O garip kupa,
başka bir elin kılıcı
olmuş bir kılıç,
caddede ayışığı,
söyle, yetmez mi bunlar?

Ayın altında
altın ve gölge kaplan
pençelerine
bakıyor. Bilmiyor ki
şafakta birini parçaladılar.

Mermere düşen
yağmur hüzündür; hüzündür
toprak olmak.
İnsanın, düşün, şafağın
parçası olmamak hüzün.


Öyküleri dikkatle okuyunca öykülerin dünyasıyla yaratıcısı arasındaki ortak kimliğin ayrımına varırız...Gerçeğin Borges için bir karabasan olduğu, bu öykülerin de sanrılı bir gerçeği, yazarının gerçeğini aktardıkları duygusuna kapılırız...Bir yazarın bütün yapabileceği düşsel bir dünya yaratmaktır..Ve bu dünyanın yazarının kendinden başka sınırı yoktur...

Borges, dünyadan bir şeyi yansıtmaya kalkışırsa, yalnızca kendini yansıtarak bunu başarabileceğinin bilincindedir...Bundan sonra, kendi arayışına kapılacak ve yalnızca kendi kendini aşmaya zorlayan sürekli devinimini/ yaşama hükmünü giymeyi/ kabullenecektir. (Sanki yalnızca sonsuz bir arayış, dünyanın eksikliğini bize fazlasıyla hissettirdiği bütünlük aldanışını sağlayabilirmiş gibi...Bu güçlü sonsuzluğu edimsel kılmanın tek yolu imge içinde imgedir.Çünkü gerçekte imge, aynalar ya da alef gibi, gizemli ve olanaksız herşeyle birlikte olası bir evren içerir...)

Bu öykülerin,eğretilemelerin altında; sonuçta idealist bir gerçek kavrayışı, insan olarak yazarın saplantılı deneyimlerine derinlemesine kök salmış bir metafizik saklıdır..Maskelerin çokluğu, burada bir tek varlığın,” yazarın bütünlüğüne” çıkar. Ama bu bütünlük ardında yine bir çok şeyler gizlidir...Bu öykülerde, bitimsiz gecelerin, karabasan veya esrime aralıklarında uykusuzluğun sanrılı berraklığının, sezginin yoğunlaşmasının, algılamanın acı dolu keskinliğinin, en belirgin şeylerin birbirine karıştığı ve sınırların birdenbire yok olduğu anların örneklerine rastlayabiliriz...

“O katı ve sofu göğü düşünüyorum
yalnız ve kaybolmuş yıldızlarıyla,
Emerson’un karlı, haşin Concord’dan
geceler boyu bakıp durduğu.
Burda gök yıldızla dolup taşıyor.
İnsanlar hadsiz hesapsız. Sınırsız sayıda
kuş ve böcek kuşakları, benekli jaguar
ve yılan kuşakları, örülen ve çözülen
dal kuşakları, kahve, kum
ve yaprak kuşakları
toplaşır her gün ve yeniden yaratır
küçücük yararsız labirentini.
Ezdiğimiz her karınca bu ilginç evrenini
düzenleyen ölçülü yasaların
yürümesi için ona güvenen
Tanrı’nın gözünde biricik belki.
Öyle olmasaydı eğer bir hata
ve koca bir kaos olurdu dünya..
Abanozun ve suyun aynaları,
yaratıcı aynası düşlerimizin,
likenler, balıklar ve delik deşik mercan,
zamanda ayak izleri kaplumbağaların,
tenha bir akşamüstü ateşböcekleri,
arokarya hanedanları,
bir kitapta harflerin biçimleri,
gecenin örtemediği, hiç kuşkusuz
daha az kişisel ve anlaşılmaz değiller
onları karıştıran benden. Ben cüret edemezdim
cüzzamlıları ya da Caligula’yı yargılamaya.”


Türkçe’ye Celal Üster’in çevirisiyle kazandırılmış olan BORGES VE BEN’in ilginç bir özelliği var. Çünkü bu kitabın ana metnini oluşturan BİR ÖZYAŞAMÖYKÜSÜ DENEMESİ ilk kez New Yorker dergisinde doğrudan İngilizce olarak yazılmış. Hiç kuşkusuz İngilizce, İspanyolca kadar yakın bir dil Borges’a.. Ataları arasında epey İngiliz bulunduğunu, daha dokuz yaşındayken İngilizceden İspanyolcaya çeviri yaptığını, hiç de yabana atılmayacak bir İngilizsever olduğunu düşünecek olursak, O’nun İngilizceye de İspanyolca kadar vakıf olduğu kendiliğinden ortaya çıkar... Nitekim yazarın İspanyolca kaleme aldığı birçok yapıtını, dostları olan çevirmenleriyle birlikte İngilizceye de çevirdiğini biliyoruz...

Bir kitabı rasgele bir yerinden ya da dilediği bir bölümünden okumaya başlayan bir okuyucu değil de, sayfa numaralarını izleyerek okuyan bir okursanız, programın başında sunduğum kuru yaşamöyküsünden sonra Borges’in bir çok yapıtının anahtarını içeren, üstelik zaman zaman neredeyse “kurgu” niteliğinde, özgün bir edebiyat metni gibi de okunabilen BİR ÖZYAŞAMÖYKÜSÜ’nü okumanızı öneririm....Bu kitaba ayrıca çevirmen yazarın özyaşamöyküsüne katkılarını düşünerek üç kısa metnini daha eklemiş...

1956’da yazılmış olan BORGES VE BEN uzun yazılardan giderek romandan hiç hoşlanmayan Borges’in belki de en kısa ve en yoğunlaştırılmış metinlerinden biri.Yazar bu yapıtında çok bilinen “Dr. Jekyll ile By Hyde” izleğine kendi kişisel yorumunu getirdiğini söylüyor. “Ama bir farkla” diye hemen ardından ekliyor, “Jekyll ile Hyde’da karşıtlık iyi ile kötü arasındadır.Benim yorumumdaysa, karşıtlık izleyenle izlenen, seyredenle seyredilen arasında...Mutluluk ve mutsuzluk gibi karşıtlıkları yaşarken, bir an bana olmakta olanın benden bağımsız bir biçimde başka birine olmakta olduğunu duyumsarım...Hint felsefe okullarından birine göre, “ben” kendini sürekli bakmakta olduğu insanla özdeşleştiren bir seyirciden başka bir şey değildir...Yazılarımı yazarken kimi özelliklerimi ortaya döküp kimi özelliklerimi dışlayışım, Borges’i düşsel bir yaratık olarak düşünmeye yöneltti beni...Ama aslında, kimliğin, kimi zaman da kimliğin uyumsuzluğunun, çifte kişiliğin ele alınışına bir çok yapıtımda rastlayabilirsiniz.”

Evet O’nun yapıtlarında çok sık karşılaştığımız bu çift kişiliği bazan ayırdetmekte zorluk çekebiliyoruz..

Kaynak:www.yazimhane.com