30 Haziran 2009 Salı

Özge Dirik'e mektup var / Onur Caymaz




Özge Dirik'e mektup var / Onur Caymaz

Vasiyetine bir alınlık eklemiş: Belki de, demiş; en kötüsü, ölümden sonra bile istemektir. İnsanın içini acıtıyor. Mektup zarflarından çıkan solgun, çizgili bir yaprakmış. ODTÜ’yü bitirmiş. Bir plazada çalışıyormuş. Çünkü çalışmak gerek değil mi sevgili kardeşim. Şairlik, yazarlık sökmüyordu değil mi; bilirim. Bir plazada çalışıyorum ben de. Ayın son cumartesi pazarı, genelde param kalmadığı için evde otururum. Bir yere çıksam da; iki bira, birkaç kitap (sahaflar hep), bir iki de dergi işte. Şairlik sökmüyor. Sökemiyor bu hayatı çivilendiği yerden. Mehmet Müfit’in o dizesi çare olurdu belki: “Annem annem / tüm kapıları çivilemek geliyor içimden”. Balkon kapılarını çivileyeydik, pencereleri çivileyeydik; kitabın için ölümünden sonra yapılan bunca tartışma, ölümünden önce yapılsaydı mesela; belki yayınevlerinin kapılarından döndün birçok kez; belki üç beş kuruş maaşını, şiir kitabını bastırabilmen için harcamanı istediler... Bu ülkede ölmeden bir şey olabilmek çok mu zor yorgun kardeşim benim?
Özge, Sabancı Center’da çalışıyormuş. Kredi Kartları Servisi’nde. 28 Ağustos 2004’müş. Yapayalnız geçirdiğim bir yazdı o yaz. Şehirde dolanıp durdum. Edip’in Cin şiirine benzeyen bir yazdı. Belki severdin Cansever’i... Kozyatağı’ymış, Sinan Sokak’mış, Arzu Apartmanı’ymış. Onuncu kattaymış evin. Evliymişsin. Dostlarınla çektirdiğin resimler varsa ne oldu onlara? Evinin penceresinden bırakıvermişsin kendini. Çivileseydik... Sabahları şiire çalışır mıydın? Seni hiç tanımam. Kansu’nun Anahtar şiirindeki soruyu sorsam sana: “Akşamları mı severdin, ikindileri mi?” Cesedin SSK’nın morguna kaldırılmış. Bir şair ölmüş. Bildi mi oradaki görevliler. Şiirlerini okumuşlar mıydı hiç? Eşin acı haberi duyduğunda mahvolmuştur. Ölenler unutulur mu ince kardeşim, yoksa bütün unuttuklarımız ölmüş olanlar mıdır?

Peki ya uçmak nasıldı Özge? Düşerken en son gördüğün, en son anımsadığın şey… Nereden kapıldığını bilmediğin bir büyü müdür ölmek? Büyü... Büyümek... Düşerken geride kalacakları düşündün mü? Birden, son anda bir pişmanlık yakıp kavurdu mu içini, yoksa yere çarparken huzurlu muydun? Yesenin de 27 Aralık 1925’te İngiltere Oteli’ndeki odasında bileklerini keserek intihar etmiş. Cesedinin yanında Mayakovski’ye yazdığı not: “Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm / Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da.” Sen de böyle mi düşündün acaba kırgın kardeşim? Bu yaşama başka türlü katlanılamayacağını ne zaman anladın ilk? Ne kadar taşıdın ölümü içinde; komşuların daha önce de intihara kalkıştığını söylemiş çünkü. Demek ki bunca yük kolayca taşınmıyor, zorluyor, birikiyor, acıtıyor. Demek ki şiir öyle üç beş kelime değil sadece, bir teknik değil, mor bir şey oluyor zamanla... Kitabın bunu açıklıyor zaten: “Oysa / mendil satar yine de bakardım bu kente / olsaydın içinde,” diyecek kadar içtenmişsin. Öylesi insanlar daha çabuk ölüyor galiba değil mi uzak kardeşim. Şimdi atmayan kalbin, şiirinde atıyor işte. Orada yaşamaya devam ediyorsun. Ne eski çerçevelerde, ne kapı arkalarında, ne rüzgârda kalmış sesinde; belki varsa, çocuğunda yaşıyorsun biraz, Aşık Dertli diyor ya: “Bir başıma kalsam şehe, sultana kul olmam / Viran olası hanede evlad ü iyal var;” öyle... Sözcüklerinde yaşıyorsun. Sözcüklerine gizlenmiş ince umutsuzluktasın, en çok oradasın. Yaptığın bazı kelime oyunlarına bunlar çok yapıldı, diyen editörler nasıldır acaba? Şiir profesörleri birkaç kadeh daha rakı içiyordur. Sanat sevicilerine üç beş kokteyl daha. Etkinliklerde falan görüp birbirimizi... Hiçbir yaramızı sarmadan... Kalbimize hiç dokunmadan... Bir içki ısmarlayıp geçiyoruzdur birine daha; üç beş manifesto, bir iki kurgusal metin, söylemlerden süreçlerden geçiyoruz kardeşim, geçiş dönemleri geçmek tükenmek bilmiyor, modernite iflas etmiş de, postmodern kuramlar üzerinden yeni bir söylem kurmaya çalışıyormuşuz da… Gözlerimizin içine kimse bakmıyorsa şiir ne işe yarar, değil mi içten kardeşim?
“ve / gömdüler beni, / öldürdükleri gibi / özenle” Gömdük... Özenle...

Kitaplaşmasını istediğin şiirlerini sıralamışsın vasiyetinde. Bir kitap hayal etmiş, altına da not düşmüşsün: “Bu 30 parça kitaplaşsın. Bir tanesini de mezarıma gömün. Öpücük sesi. 18.03.2003”

Hayat Susunca Konuştu Ölüm, Özge Dirik’i yeniden gündeme getirecek. Kitap, Art Shop tarafından yayımlanmış. Art Shop’un şiire bunca destek vermesi, üstelik bu zamanda çok değerli. Kitabı Didem Görkay Zengin hazırlamış. Şiirler Özge’nin vasiyetindekilerle pek uyuşmuyor. Edebiyat dünyasında bu mesele etrafında dönen bir tartışma var bir süredir. Olmamış deniyor, böyle olmaması gerekti deniyor, yapması gerekenler yapmadı deniyor... Sözler söylenip geçiliyor... Tırnakların uzamaya devam ediyor mudur eski kardeşim? Saçların? Onlar bizden daha çok yaşar.
Yine de bak, senin bir kitabın var artık. Yaşasaydın Beyoğlu’na çıkar, iki tek atarak kutlardık belki kitabını. Sadece şu dizen için bile bin selam ediyorum sana yalnız kardeşim:

“Ne de çok bekledim askere gidince sevdiği
Pencereden çalabilmek için gözlerini.”

İntihar Mektubu Kaynak: http://sidiklikontes.blogcu.com/page4

Yazı: Radikal Kitap 432

KAYNAK:http://www.bugeminezamandirburada.blogspot.com/