24 Haziran 2009 Çarşamba

SANATÇILAR VE BABALARI / Can Dündar

SANATÇILAR VE BABALARI / Can Dündar

Biyografi okumaya bayılıyorum. Çünkü özyaşam öykülerinde, büyük şairleri, yazarları, sanatçları vareden anıların, acıların, zorlukların izleri var. Babalar Günü dolayısıyla, Türkiye’nin beş önemli sanatçısının babalarına yolladıkları mektuplardan ya da kitaplarında babalarıyla ilgili yazdıkları satırlardan örnekler derledim.
Peş peşe okuyunca yıllar içinde dilin ve hitabın değiştiğini, ama duygu ve taleplerin pek değişmediğini görebileceksiniz.
Belki günümüzde mektubun insanlık tarihinden silinmesine, babaya yazılmış veya babadan alınmış satırlar kalmamasına üzüleceksiniz.
Ama hâlâ şansınız var; bugün kalemi elinize alıp yazabilirsiniz ona; Nedim Gürsel’in mektubu gibi, alıcısı çoktan göç etmiş olsa bile...
Babalar Günü’nüz kutlu olsun.


Cahit Sıtkı TARANCI
“Madem ki oğlunuzu seviyorsunuz...”
Diyarbakırlı şairin, Galatasaray Lisesi’ni kazandıktan sonra 3 Ekim 1929 tarihinde İstanbul’dan Diyarbakır’daki babasına yazdığı mektuptan:

“Çok muhterem babacığım,
Diyarbakır’ı terk edeli 20 gün kadar oldu. Geçmiş ayın bu günlerinde beraber oturup kalktığımızı, yiyip içtiğimizi ve gülüştüğümüzü, mağrur kahkahalarımızın kulaklarımızda uzun müddet manalı çınlayışı, ruhumuza sığmayan ezeli sarhoşluk ve ilahi saadet, sizler, kardeşlerim, akrabalarım, hepiniz birbirinden ayrılmadan bu müstesna tabloda mazi diye karşımda sönmeye mahkum, zayıf bir mum gibi tüttükçe çıldıracağım geliyor ve bu korkunç ve amansız harikayı tuğyan eden ruhum baştan başa lanetliyor.
1929 senesi yazı, hayatımızda daima yad edilecek mesut bir devredir. Bugün teşrinievvel üç... 9 gün sonra mektebimiz açılıyor. Bugünlerde vaat ettiğiniz 200 liranın çıkarılacağını zannediyorum. Ne kadar evvel gönderseniz hakkımda o kadar hayırlı olur ve mektepteki yerim de o nispetle kökleşmiş olur.
Bu sene de ikmale kalmamaya azami gayret sarf edeceğimi söylemeyi lüzumsuz ve zait addediyorum.
Madem ki oğullarınızı kendiniz gibi seviyorsunuz, madem ki onların muvaffakiyetsizlikleri sizin de kalbinizi vahşi bir işkenceye maruz bırakıyor, madem ki onların muvaffakiyetlerini kendi muvaffakiyetiniz gibi benimsiyor ve göğsünüz, koltuklarınız kabarıyor, şuna emin olabilirsiniz ki o yavrular da sizi her yerde ve daima asarıyla müftehir ve mağrur bir baba mevkiine çıkarmakta varlıklarını harcamaktan çekinmeyecekler ve icabında bu uğurda hayatlarını bile eritmekte haklı bir zevk duyacaklardır.
Hürmetle ellerinizi öperim şeker babacığım.
Cahit”
(Mustafa Uyguner, “Cahit Sıtkı Tarancı”, Bilgi, 2003)


ÇETİN ALTAN
“İlk yazımı babama gösterdim ve...”
“Ben ilk yazı denemelerimi babama gösterdiğim zaman, yazının tadına varma yerine, yazının devamını sayfanın arkasına değil de ikinci bir sayfaya yazmamı eleştirmişti.
Ve bir şeyi daha eleştirmişti:
İstanbul’un ‘İ’si üstüne nokta koymayı unutmuş olmamı...
Donup kalmıştım.
İlk kitabım da onun sağlığında çıkmıştı, gazetelerde yazmaya başladığım günlük köşe yazıları da...
Beğenmek şöyle dursun, bunları çokçası görmezlikten gelmeyi yeğlemiş, bir de tumturaklı öğüt vermişti:
‘-Şöhret afettir oğlum. Yazar-çizer takımı serseri olur. En iyisi memuriyettir. Sicilinin ‘Kitapları’ hanesine kitabını da yazarlar; daha kolay terfi edersin.’”
(Çetin Altan, “Kavak Yelleri ve Kasırgalar”, İnkılap, 2004)

Semiha BERKSOY

“Siz evde rahat rahat uyurken kızınız...”
14 Haziran 1934 tarihinde Ankara’dan yazılmış bir mektup... Semiha Berksoy, İran Şahı’nın ziyareti onuruna hazırlanan ilk Türk operası Özsoy’un provasında... Atatürk’le tanıştığı geceyi babasına anlatıyor:
“Çok sevgili Babacığım,
Mektubunuzu aldım. Buradaki hareketlerimi beğendiğinizden bahsediyorsunuz. Gene aynı tarzda berdevamım. Hayatta muvaffak olmak için evvela siyasi olmak lazım geldiğini öğrendim. Bu muhitte gitgide kendimi sevdiriyorum ve tanıtıyorum. Bilhassa Şah’ın geldiği gece bütün kuvvetimle sanatımı sahnede göstermeye çalışacağım. İnşallah muvaffak olurum.
Size bu mektubu yazmaktaki yegane maksadım, hayatımda unutulmayacak çok güzel bir hadiseden bahsetmektir.
Benim şeker iyi kalpli babacığım,
12 Haziran Salı günü gecesi siz evinizde rahat rahat uyurken kızınız Gazi Hazretleriyle teşerrüf etti. Bakınız size heyecanlı hikayeyi anlatayım:
Salı günü Halk Evinde saat üçte prova ettiğimiz bir esnada Gazi’nin geleceğinden ve bu işle yakinen alakadar olduğundan bahsettiler. Ve Gazi geldi, locasından provayı seyretti. Hepimiz heyecan içinde idik. Giderken ‘Bravo’ diye bağırdı.”
(Gülper Refiğ, “Atatürk ve Adnan Saygun: Özsoy Operası”, Boyut Müzik, 1997)

Nedim Gürsel

“İşte yazıyorum babacığım!”
“Babamın ölümünden bir hafta kadar önceydi. Okulun kapısında yine sarılıp öptü beni; çok çalışmam gerektiğini, gelecek yıl Galatasaray’ın sınavlarına gireceğimi, başarırsam ağabeyim gibi orada okuyacağımı, annem de Paris’ten dönmüş olacağı için beni böyle her hafta okulun kapısına bırakmayacağını, alıp eve, evimize götüreceğini söyledi. Teneffüslerde top peşinde koşmamalıydım artık... Büyümüş kocaman adam olmuştum. Oturup derslerime çalışmalı terli terli soğuk su içip hastalanmamalıydım.
O gece erkekliğimi okşarken sertleştiğini, ılık duygunun, o tarifi mümkün olmayan hoşluğun önce hayalarımda, giderek organımın ucunda yoğunlaştığını fark ettim. Sabah, sarı bir leke vardı çarşafta... Benden büyük çocukların deyimiyle ‘hamamcı’ olmuştum, babamın ‘rahmetli’ olmasından birkaç gün önce...
Yıl 1962, aylardan Mayıs’tı... İlkyaz gelmiş, ağaçlar çiçeğe durmuştu.
Babalar küçük çocuklarına mektup yazmaz. Çocuklar, büyüdükten sonra babalarına mektup yazarlar ama... Göndermeseler de yazarlar. Kafka örneğin...
Ben babama mektup yazacak yaşa geldiğimde o çoktan ölmüştü. ”
(Nedim Gürsel, “Sağ Salim Kavuşsak”, Doğan Kitap, 2004)

Yahya KEMAL

Yahya Kemal’in “Kemal” imzasıyla 21 Nisan 1904’te Paris Meaux’dan Üsküp’te icra memurluğu yapan babası İbrahim Bey’e gönderdiği kartpostalın ön yüzünde Paris kır alemlerinden bir çizim var. Arka yüzde ise biraz hal tarifi ve ardından okul taksiti için para talebi...
“Muhterem beybabacığım,
Asır gazetelerini aldım. Biraz geç geldiler. Dişimin ıstırabı kamilen mündefi oldu. Sıhhatim berkemaldir. Birkaç günden beri pek hararetli bir hayat-ı sa’y yaşamaktayım. Havalar gayet latif. Ah, bilseniz Paris’in kızları o kadar latif ki!
Üçüncü taksiti 6 ay cem’an mektep sandığına te’diye ve eyyam-ı tatilde mektepte bulunulsun bulunulmasın taksitin mektebe aidiyeti usul iktizasından ise de mektep idaresince bu hususta haric-ez-usul bir müsaade alara mesarif-i bihudeden kurtulmaya muvaffak olabildim. Yalnız mektepte namıma kalacak (A) olan mektebe ait eşya-yı mahsus için cüz’i bir te’diyede bulunmak lazımdır ki diğer suretle edeceğiniz 250 frank zarara nispeten ehvendir. Miktar-ı te’diyeyi idare memurundan sormadımsa da 50 franktan ziyade olmadığını bir arkadaşım temin ediyor. İkinci mektubumda miktar-ı katisini yazarım. Taksitin evvelki kartpostalımda zikrettiğim sebepten dolayı acilen irsal buyrulduğu takdirde bu suretle de teşekkürhan-ı lütf-ı pederaneniz olacağım.
Baki sıhhat
Paris’ten oğlunuz Kemal”
(“Pek Sevgili Beybabacığım / Yahya Kemal’den Babasına Kartpostallar”, YKY, 1998)


KAYNAK:http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&Date=22.06.2009&ArticleID=1108930&AuthorID=75&b=Sanatcilar%20ve%20babalari&a=Can%20Dündar&ver=88