5 Haziran 2009 Cuma

YAŞAMAK BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR / Özgül Apaçe -I


YAŞAMAK BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR / Özgül Apaçe -I

İstanbul ‘un işgalinin ilk günlerinde Nazım Hikmet,şehirde kurulan küçük çetelerden birine katılmış,karanlık çöktüğündeBeyoğlu’ndaki binaları örten yabancı bayrakları söküp kaçıyor sonra oturup coşkulu direniş şiirleri yazıyordu.

İstanbul boğazının suları,üzerinde gezen İngiliz,Fransız,İtalyan bayraklı gemilerden görünmez olmuştu.Şehri tanımayanlar birkaç gün önce bu gemilerden inip,sokaklara yerleşen yabancı askerleri,İstanbul’un gerçek sahipleri sanabilirlerdi.Oysa şehrin gerçek sahipleri evlerine çekilmiş,sessizce hınç-
larını büyütüyorlardı.İstanbul işgal edilmişti.Anadolu ise onun için direniyordu.İmparatorluğun dört bir yanından Anadolu’ya kaçan insanlar direnişe katılıyordu.Direnişe katılmak için yola çıkanlar arasında dört genç şair de vardı.Sirkeci’den kalkan yeni dünya vapuruna gizlice binmişlerdi.Tarih 1 Ocak 1921’di.

Aslında ne ölmesini biliyorlardı,ne de öldürmesini…Ama uzakta değil,kendi evlerinde yenilgiyi tatmış olmanın üzüntüsü,kırılan gururları onları bu vapura bindirmişti.İşgalin ilk günlerinde bu genç şairlerden biri,adı Nazım olan,şehirde kurulan küçük çetelerden birine katılmıştı.Karanlık çöktüğünde Beyoğlu’daki tüm binaları baştan başa örten yabancı bayrakları söküp alıyordu…Sonra ıssız sokaklar-
Dan koşar adım evine gidiyor,masasının başına oturuyor,çoşkulu direniş şiirleri yazıyordu.1920’nin son günlerinde yazdığı Gençlik adlı şiiri gençleri savaşmaya çağırıyordu.Beyoğlu’na bayrak sökmeye çıktığı gecelerden birinde az daha yakalanacaktı.O gece daha büyük riskleri almanın zamanı geldiğini anladı.

İnebolu’ya geldiklerinde dört arkadaş vapurdan indiler.O günlerde İnebolu,Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Anadolu’ya gitmeye çalışanların ilk durağıydı.Burada direnişe katılmak için Almanya’dan gelen genç öğrencilerle tanıştılar.Almanya’dan gelen gençler,sosyalizmi savunuyor,Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarını tanıyan ülke olarak Sovyetler Birliği’nden övgüyle söz ediyorlardı. Bunlar Osmanlı’nın genç şairleri için yeni bilgilerdi.

İnebolu’daki genç şairlere Ankara’dan bekledikleri haber tam beş gün sonra geldi.Ancak gelen haberde sadece iki kişi için izin verildiği bildiriliyordu:on dokuz yaşındaki Nazım Hikmet ve Vala Nurettin için.Ankara’ya geldiklerinde onlara verilen ilk görev şiir yazmaktı.Yazacakları şiirle İstanbul gençliğini mücadeleye çağırmaları gerekiyordu.Üç gün içinde kendilerinden istenen şiiri yazdılar.Şiir çok sevildi,sokaklarda elden ele dolaştı.Sonunda Bolu’ya gitmelerine karar verildi.Bu küçük şehirde öğretmenlik ya-pacaklardı.Ancak İstanbul’dan gelen,camiye gitmeyen bu iki şehirli genç Bolu’da hemen yadırgandı.Yir-mi sekiz yaşında,genç,idealist bir adam olan Ziya Hilmi,iki genç şaire,Fransız Devrimi’ni,Rus Devrimi’ni anlatıyor,onlara Lenin’den bahsediyordu.Bolu ağır ceza mahkemesinin Ziya Hilmi dışındaki üyeleri,hem çok tembel,hem de çok yaşlı idiler.Bu yüzden davalar uzun süre karara bağlanamıyordu.Nazım’ın yeni görevi bu davalarda bir savcı gibi çalışmaktı.Nazım,suçluların fakir mi,yoksa zengin mi olduğunu araştı-rıyordu.Davaların kararları mahkemede değil,aslında Nazım Hikmet’in Vala Nurettin’le birlikte yerleştik-leri Katırcı Han’da veriliyordu.Ve genellikle Katırcı Han’daki odadan “zenginler suçludur” kararı çıkıyordu.Nazım Hikmet,Sosyalist fikirlerin o denli çabuk etkisinde kalmıştı ki bir mana da zengin düşmanı olup çıkmıştı.Oysa o da zengin ve köklü bir Osmanlı ailesinden geliyordu.

Bu küçük Anadolu Şehrinde bir yandan öğretmenlik,bir yandan savcılık yaparken,iyi bir eğitim görmenin hayallerini kurmaya başladı.Paris’e mi,Berlin’e mi yoksa Moskova’ya mı gitmeliydi ?Ziya Hilmi’nin etkisiyle Moskova’yı seçti.Vala Nurettin’le beraber 1921 yılının ağustos ayında Doğu Cephesi’nde Kazım Karabekir’in yanında öğretmenlik yapmak içingider gibi yola çıkıp ,Moskova’ya kaçtılar.Sovyetler Birliği topraklarına ayak basan yirmili yaşların başındaki iki genç şair,Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne yazıldılar.

Ama İstanbullu Nazım,Moskova’da iken de Anadolu’dagördüklerini,yaşadıklarını unutamıyordu: “Anadolu’ya geçtim.Millet sıska,Nuh’tan kalma silahı,açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı.Milleti ve savaşını keşfettim.Şaştım,korktum,sevdim ve bütün bunları yazmak gerektiğini sezdim.Şiirle yeni şeylerin,şimdiye kadar söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim.Bu işte önce beni yeni öze göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi.İşe kafiyeden başladım.Kafiyelerin mısraların sonunda değil de bir sonda bir başta denedim.”

Nazım Hikmet’in Moskova’da şiirinin biçimi gibi tüm dünya görüşü de değişti.,şair artık Marksizm’e bağlanmıştı.Bu yeni dünya görüşünün ipuçlarını veren şiirlerini 1923 yılından itibaren İstanbul’da Yeni Hayat ve Aydınlık dergilerine göndererek yayımlatmaya başladığında,üniversite eğitiminin de sonuna yaklaşıyordu.Diplomasını aldıktan sonra 1924 yılının ekim ayında çıktığı gibi gizlice girdi Türkiye’ye ve İstanbul’a gelerek Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı.

Nazım Hikmet çalışmaya başlayalı bir yıl dahi olmamıştı ki,dergi kapatıldı.Doğu isyanı patlak vermişti.Şeyh Sait ayaklanmasının ardından Bakanlar Kurulu kararı gereği kapatılan pek çok gazete ve dergiden biriydi Aydınlık.Birçok dergi çalışanı ve yazarı yeni çıkarılan Takrir-i Sükun kanunu gereği yar-
gılanmak üzere İstiklal Mahkemelerine sevk edilmeye başlanmıştı.Nazım Hikmet T.K.P’nin ayarladığı sandalla,Mühürdar açıklarındaki bir takaya binerek Moskova’ya kaçtı.Oysa geleli sadece yedi ay olmuştu.Ama bu yedi ay zarfında polis takibinden bir kez dahi rahat nefes alamamıştı.Moskova’da bunları düşünürken Ankara’dan kötü haber geldi.Ankara İstiklal Mahkemesi onu gıyabında yargılamış ve on beş yıl hapis cezasına çarptırmıştı.Yurda dönemiyor,ömrü boyunca yaşayacağı memleket hasretini ilk kez tadıyordu.

1925 yılının haziran ortalarında ise bu kez Ankara’dan iyi haber geldi.Cezası,1926 yılı Cumhuriyet bayramı nedeniyle çıkarılan af kapsamına giriyordu.Nazım Hikmet Türkiye’ye döndü.Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı.Resimli Ay’da bir yandan şiirlerini yayımlar-
ken bir yandan da “Putları Yıkıyoruz” başlığı altında bir yazı dizisine başladı.Edebiyatın yerleşmiş değerlerine ve Abdülhak Hamit,Mehmet Emin gibi şairlere ağır eleştiriler getiren bu yazı dizisi çok ses getirdi.
835 Satır,Jokond ve Si-ya-U,Varan 3 gibi yeni kitapları da ardı ardına basılıyordu.Ama bu huzurlu dönem çok sürmedi.Şairin kendi sesinden plağa alınan Salkımsöğüt ve Bahri Hazer şiirleri o kadar sevilmişti ki kahvelerde,lokantalar da çalınmaya başlamıştı.Çok geçmeden komünist şaire yoğun ilgi hem Ankara’yı,hem de polis teşkilatını rahatsız etti.Sonunda Nazım Hikmet kendini mahkeme salonunda buldu.

KAYNAK:K Dergisi,11 Ocak 2008 tarihli sayısı