11 Haziran 2009 Perşembe

YAŞAMAK BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR / Özgül Apaçe – II



YAŞAMAK BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR / Özgül Apaçe – II

Adliye koridorlarını aşındırdığı o günlerde Nazım’ın aklını,en az bu dava sonucu kadar meşgul eden bir konu daha vardı:Aşk…Kız kardeşi Samiye’nin tanıştırdığı,yirmili yaşların başındaki genç bir hanımefendiye,Piraye Hanım’a,deli gibi aşık olmuştu.Ancak Piraye Hanım,kocası onu terk edip gitmiş de olsa evliydi.

Piraye Hanım,Nazım Hikmet’e tam iki yıl direndi.Ama sonunda evlenmeye karar verdiler.Ancak evliliklerinin önünde Nazım Hikmet’in bir türlü bitmek bilmeyen soruşturmaları,davaları,hapis cezaları vardı.O yıllarda basılan kitaplarından biri,Gece Gelen Telgraf başına dert açmıştı.Savcılar,Nazım Hikmet’i,bu kitabıyla,halkı rejim aleyhine kışkırtmakla suçluyorlardı. Gece Gelen Telgraf,1933 yılının Mart ayında toplatılmaya başlanmıştı ki şair,gizli örgüt kurmak,İstanbul,Bursa ve Adana’da devrim bildirileri ve kitapçıklar dağıtmak,yani komünizm propagandası yapmak suçundan tutuklandı.Bir buçuk yıl süren cezaevi günleri bittiğinde ilk işi Piraye Hanım’la evlenmek oldu.Artık Nazım Hikmet’in ve Piraye Hanım’ın ailesi Mithat Paşa Köşkü’nde birlikte yaşıyorlardı.Bu büyük aile aslında şairin düşüncelerini paylaşmıyor ama öte yandan onu çok da seviyorlardı.Hatta Nazım’ı tutuklamak için bir gün köşke gelen polisler daktilosunu aradıklarında,daktiloyu soyluluğa düşkün Altunizade Nurhayat Hanım,yani Piraye Hanım’ın annesi,bizzat pirinç ayıklarken etekliğinin altına saklamıştı.

Nazım,Piraye Hanım’ın ilk eşinden olma çocukları ile yakından ilgileniyor,onlara adeta babalık yapıyordu.Bu arada da,Nişantaşı’nda İpek Film stüdyosunda senaristlik,çevirmenlik,yönetmenlik kısacası ne iş olsa yapmaya başladı.Takma isimlerle gazetelere fıkralar,tefrika romanlar da yazıyordu.

Birgün Nazım Hikmet’in yanına,İpek Sineması’nda,bir Harp Okulu öğrencisi geldi. Nazım Hikmet’e şiirlerini okuduğunu,ona hayran olduğunu söyledi.Şair karşısındaki genç adamdan şüphelendi.Genç adamı “İşim var” diyerek başından savdı.Ancak çok sinirlenmişti.Emniyet Birinci Şubeye telefon ederek “Yapmayın,ben burada çocuklarımın ekmek parası için didinip duruyorum,siz hala benim peşim-desiniz” dedi.Telefona cevap veren komiser,genci kendilerinin göndermediğini söyledi ama Nazım Hikmet daha da sinirlenerek telefonu komiserin suratına kapattı.Bu olaydan kısa bir süre sonra Nazım,adı Ömer Deniz olan aynı genci bu kez evinde buldu. Nazım Hikmet,aynı genci bir kez daha karşısında görünce deliye döndü.Polis evimin içine kadar girdi diye düşündü.Genç adamı evine hile ile girdiği için azarladı.Ancak genç ısrarla Nazım Hikmet’e bağlılıklarını bildiriyordu.Nazım ona kapıyı gösterirken “E-
rata ne öğretelim ? “ diye sordu.Şairin cevabı “Anayasadaki altı umdeyi öğretirsiniz” oldu.

Böylesine tuhaf olayların yaşandığı günlerde Nazım,aslında her an tutuklanmaktan korkuyordu.Çok geçmeden de korktuğu başına geldi.Bir gece vakti,akrabası Celaleddin Ezi’ne’nin evinde otururken,kapıyı çalan polislerce gözaltına alındı ve tutuklandı.İki farklı davadan yargılandı ve toplam otuz beş yıl hapse mahkum oldu.

Piraye Hanım ve çocukları ile geçen mutlu günler uzun sürmemişti. Nazım Hikmet Çankırı,Ankara,İstanbul,Bursa hiç durmadan cezaevi değiştiriyordu.Piraye Hanım’da peşinden gidiyordu.Hatta Piraye Hanım,Nazım Çankırı’dayken,orada bir ev dahi tutmuştu.Eşini cezaevinde görebilmek için,iki çocuğunu geride bırakan İstanbullu genç kadın,taşrada tek başına yaşamayı göze almıştı.Nazım ise ziyaret saatleri haricinde hiç durmadan çalışıyordu.Memleketimden İnsan Manzaraları,Kuvayi Milliye Destanı,Derhat ile Şirin gibi önemli eserlerin yanında,Piraye ile aşklarını bir efsane haline getirecek mektuplarını da,satırlara hep demir parmaklıklar arasındayken döktü.


Şair cezaevine gireli on yılı aştığında,40’lı yıllar bitiyordu.İkinci Dünya savaşının sonuna gelindiği bu yıllardaisiyasi hava da yumuşamıştı.Yeni bir af yasasından söz ediliyordu.O sıralarda,Nazım’ın cezaevinden afla çıkacağı ümidi doğunca ,ziyaretçilerinin sayısı da arttı.Piraye Hanım’da Nazım’a af çıkmasını dört gözle bekliyordu.İşte tam bugünlerde Bursa cezaevine bir ziyaretçi geldi.Gelen Nazım’ın dayısının kızı Münevver Hanım’dı.Nazım Hikmet,kendisine yakınlık gösteren Münevver Hanım’a bir çırpıda aşık oldu.

Bu arada Nazım Hikmet’in serbest kalması için yurtiçinde ve yurtdışında imza kampanyaları düzenleniyor,çağrılar yapılıyor,meclise mektuplar gönderiliyordu.Şairin annesi Celile Hanım,köprüdeki Kadıköy İskelesi’nin önünde bir gösteri bile yaptı.Sonunda iktidara yeni gelen Demokrat Parti’nin çıkardığı af yasası ile şair özgürlüğe kavuştu.15 Temmuz 1950’de serbest kaldı.Sonrasında ise Piraye Hanım ile sadece avukatların katıldığı bir dava ile resmen ayrıldılar.Bu ayrılık,şairin Piraye Hanım için yazdığı destansı şiirlerden dolayı,aşklarının ölümsüz olduğuna inanan hayranlarını,büyük bir hayal kırıklığına uğrattı.

Nazım Hikmet cezaevinden çıktıktan sonra Münevver Hanım’la birlikte annesinin Cevizli’deki evinde oturmaya başladı.Yeniden İpek Film Stüdyosu’nda çalışıyordu.Nazım Hikmet’le Münevver Hanım’ın bir oğulları oldu,Memet koydular.Artık mutluydu ama ona hala bir türlü huzur vermiyorlardı.Bu kez askere çağrıldı.Oysa yıllardır cezaevindeydi ve sağlık durumu iyi değildi,kalbi tekliyor,karaciğeri doğru dürüst çalışmıyordu.Bu arada bir doktor kulağına bu işin sonunun iyi olmadığını fısıldadı.Korkusu iki yalancı tanıkla tekrar cezaevine girmek ya da bir kaza kurşununa kurban gitmekti.Kararını verdi,yurtdışına kaçacaktı.Zaten cezaevinden çıktığından beri yine izleniyor,evinin önünde her daim bir cip bekliyor-
du.Kitaplarını yayımlatma,oyunlarını oynatma olanağı da bulamıyordu.Kuvayi Milliye’nin yayın hakkını alan bir yayınevi vardı ama kitap bir türlü basılamıyordu.

Baba tarafından akrabası olan Refik Erduran ona “ Abi,hani uçar gibi denizde kayıp giden tek-ler var ya,seni o teknelerden biriyle Karadeniz’e çıkaracağım.Yukarıya çıkan teknelerden birine binip gidersin.” demişti.17 Haziran 1951 sabahı evden Ankara’ya gideceğini söyleyerek ayrıldı ve sadece üç gün sonra Bükreş radyosundan Romanya’ya ulaştığı haberi duyuldu.Nazım 25 Temmuz’da Romanya’
dan Moskova’ya geçtikten sonra,Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkartıldı.

KAYNAK:K Dergisi,11 Ocak 2008 tarihli sayısı